Hastanenin boş koridorlarında ağlayarak ‘Annemi istiyorum, anne neredesin?’ diyen çocuğun sesi kulaklarımdan gitmiyor. Küçücük çocuklara bu muameleyi layık görenleri, bu konuda hassasiyet gösterenler adına magmanın sıcaklığında yanmaya gönderiyorum.
‘Bu ülkeye çocuk doğurulmaz’ diyenlerin saçmaladıklarını düşünüyordum. Ama son iki ayda art arda meydana gelen olaylar nedeniyle bu görüşe yakın durmaya başladım. Allah aşkına milletin gözünden sakındığı çocukları, hem de hasta çocukları ellerinden, ayaklarından karyola demirlerine bağlamaya kimin ne hakkı var?
Kin duymaktan, öç almaktan kaçınırım ama bence bu adamları, (suçsuzlar ama o adamların çocuklarını) aynı karyola demirlerine bağlamak lazım. Bakalım bu insanlık dışı uygulamaya kaç saat dayanabilecekler?
Nehir hasta olduğunda ödüm kopar, üzerine titrerim, bir dediğini iki etmem. Hasta olduğu dönemde benim sevgime, sıcaklığıma daha ihtiyaç duyduğunu düşünürüm. Elini bırakmam, saçını saatlerce okşamaktan bıkmam. Çünkü hasta olduğunda, Nehir daha fazlasını ister. Anlayışla karşılarım, kızmam.
İzmir Tepecik Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Servisi’nde tedavi gören çocukların benim kızımdan farklı istekleri olacağını sanmıyorum. O kadar minikler ki... Aynı karyolaya yatırılan iki minik beden, ellerini ayaklarını oynatamıyor bile. Henüz ‘anne’ bile diyemeyen bu çocukları yatağa bağlayan zihniyeti Allah’a havale ediyorum.
Hastane yetkililerinin (bana göre ‘yetkisizlerinin’) gerekçesi komik; Enfeksiyon oluşmaması gerekçesiyle servise hiçbir refakatçi kabul etmiyorlarmış. Aslında rezaletin ana nedeni, bir-iki aylık bebeklerden altı yaşındaki çocuklara kadar onlarca hastanın bulunduğu serviste yeterli donanım ve personel olmaması.
Utanmadan, kendi çocuklarına bu muameleyi reva görmeyeceklerini dile getiren yetkililere bir sorum var; Refakatçi kabul eden diğer hastanelerin çocuk servislerinde tedavi görenler, hasta çocuklar mı, elma kurtları mı?
Bazı iddialara göre bu uygulama tam 20 yıldır sürüyor. Çocuklar, hastalıklarının durumuna göre 1 günden 1 aya kadar annelerinden ayrı kalıyor. Annelerini sadece haftada bir-iki saat görebiliyorlar. Emziren annelere ise her gün öğle saatlerinde izin veriliyor.
Hastayken annelerinin sıcaklığını hissedemeyen bu çocukların yaşadığı travmanın sorumluluğunu üstlenecek bir yetkili var mı? Bu sorunun yanıtını onların da kolay kolay vereceğini sanmıyorum. Bildiğim tek şey var; Boş koridorlarda çıplak ayakla, bir o yana, bir bu yana koşarak, hastane odalarında annesini arayan çocuğun ‘Ben annemi istiyorum’ çığlıkları uzun süre kulaklarımdan gitmeyecek.
Bebekler ölüyor
İzmir Tepecik Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Servisi’nde yaşananlar bir yana, Kayseri Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Hastanesi Yenidoğan Servisi’nde geçen hafta bir gecede altı bebek, birkaç gün sonra iki bebek daha öldü. Geçen haziran ayında da Edirne Tıp Fakültesi’nde sekiz bebek, Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde ise iki bebek hayatını kaybetti. Bütün bunlar, size üçüncü sayfa haberleri gibi sıradan gelebilir.
Ama, ölen bebeklerin ailelerini düşününce mideme yumruk yemiş gibi oluyorum. Bir saatliğine bile o anne-babanın yerinde olmak istemem. Düşünün, bebeğinizi 9 ay bekliyorsunuz, bütün hazırlıklarınızı yapmışsınız, evinize bebeğinizle dönmeyi planlarken, korkunç haber geliyor; ‘Serviste enfeksiyon var, bebeğiniz öldü.’ Afedersiniz ama ‘pardon’ denecek bir konu mu?
Kardeşim hastane işinde çalışıyor. Bu nedenle hastanelerin enfeksiyona karşı alması gereken tedbirlerin ne kadar ciddi yatırımlar gerektirdiğini yakından biliyorum.
Özellikle ameliyathanelerde, yenidoğan ve yoğun bakım üniteleri başta olmak üzere hastanenin her yerinde hijyen için alınması zorunlu tedbirlerin bu hastanelerde alınmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. İşin özü, hastanelerin bir ihmali olduğu kesin. Ölümlerin üst üste gelmesi ise büyük şanssızlık. Hatta bazı hastaneler ameliyathanelerini ev tipi klimalarla soğutuyor. Bu zihniyete ne erken doğan, ne de bakıma muhtaç yetişkinler dayanır.
Büyük şanssızlık
Ölümleri incelemek üzere oluşturulan komisyonlar ise hastanelerin ihmali olmadığı yönde rapor verdi. Bu salgın bir hastalık değilse, ülkenin her yanında, her hastanede görülmüyorsa, nasıl hastanenin ihmali bulunmuyor, anlamıyorum.
Hastane enfeksiyonları çok riskli bir durum. Bebeklerin ölümüne ‘serratia’ bakterisinin neden olduğu söylendi. Hastane enfeksiyonlarının tedavisinde çok başarılı olunamadığı için en önemli strateji, personelin ve hastanenin bu konuda önlem alması.
Ortada öyle trajik bir durum var ki; Kimse sorumluluğu üzerine almıyor, faturayı ödemeye yanaşmıyor. Faturanın büyüğünü, annesinin sıcak göğsüne yatamadan ölen minik bedenler ödüyor.
Enfeksiyona dikkat
Yenidoğan bebek ünitelerinde bebeklerin enfeksiyon kapabileceği en az 20 çeşit bakteri var.
Normalde zararsız görünen bir bakteri, savunmasız haldeki bebeğin ölümüne yol açabilir.
Üniteye dışardan gelecek bir bebek bile çok riskli. Bu yüzden özellikle görevlilerin temizliği büyük önem taşıyor.
Yenidoğan bölümüne gelen bir ziyaretçi ya da elini yıkamayan bir görevli, ünitedeki bütün bebeklerin ölümüne yol açabilir.
Ziyaretçi, üzerinde enfeksiyon sonucu ölüme yol açacak çok sayıda bakteriyi bulundurabilir.
Bu nedenle hastanelerin yenidoğan bebek bölümlerine girme konusunda ısrarcı olmayın.
Bu ayrılığı unutmayacaklar
İzmir Tepecik Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Servisi’nde yaşananlar kolay kolay unutulmayacak. Elleri ve ayaklarından ranzalara bağlanan bu çocuklar da yaşadıkları travmayı unutmayacak.