Paylaş
Sonra karadan Marakeş’e 3 saat; sonra 2 saat yine havalan, kon. Seni cipler alıp götürüyor biraz da. Dağ, taş, toz, toprak demeden gidiyorlar 2,5 saat. Ve seni develerin ayaklarının dibinde bırakıyorlar. Bir 20 dakika da develerle yol alıyorsun. Yorgunsun, çok yorgunsun ama kafanı bir kaldırıyorsun: Sahra Çölü!
Bir derginin küçük bir parçasını yırtıp, avucuma koymuştum yıllar önce. Namibia’da, bir çöl otelinin resmiydi. Yerden hafif yüksek, verandalı odaları vardı, bomboş çöle bakan. O gün bugündür, çöle gitmek istiyordum. Merak ediyordum, bir deniz kadar büyük ve kumdan yapılmış bu büyüklüğün içinde, küçücük olmak istiyordum. Doğanın görkeminde ufalmak güzel bir şey. Yıldızlarla konuşursan sana, ‘evrende tozsun, zamanda ansın’ derler. Büyük denizler derinliklerini saklarken sana, ‘baktığın her şeyi göremezsin, ama üzerinde gezinebilirsin’ der. Dağlar, adını bilmez, ‘ufaklık’ diye çağırırlar seni. Gerçek bir maceracıysan, sırtlarına tırmanabilirsin. Peki çöl, çöl bana ne diyecek?
Hayvanlar için de geçerli bu küçülme kuralı. Onlar bizi pembe, az tüylü, iki ayaklı bir tür olarak görüyordur herhalde. Benim deve de, ‘hoş geldin’ dedi bana, ‘adımlarım sana çok yavaş geliyor ama düşünsene atalarım aylarca böyle baharat, ipek ve daha neler neler taşıdılar çöllerde’. Tümseklerden inerken, bizim gibi kayıyordu ayakları ve ödüm koptuğu için tek bir kare fotoğraf çekemedim. Derken, 15 dakikalık uzun yol bitti ve indim, çadırlarımızı görünce de küçük dilimi yuttum.
Çöl geceleri çok soğuk. Ateşin başına koştuk hemen. Gnoau müziği çalan adamlar karşıladı bizi. Niye bilmem, sanki yıllardır hep yaptığımız bir şeymiş gibi ateşin etrafında dans etmeye başladık o kadar yolun üstüne. Çöl işte. İnsanın pusulası şaşıyor.
Sonra ay doğdu. Çöl beyaz bir ışıkla aydınlandı. Güzel bir kadın gibi, bütün kıvrımlarını gördüm. Kendimi tutamadım ve kum tepelerinden birine tırmandım koşarak. İçimde şükürler, huzurlar, kusurlar vardı. Hepsini hepsini taşıdım kum tepesine. Sonra orda durup, yattım kumuna. Çocuklar gibi kendimi aşağı bıraktım, yuvarlandım yuvarlandım yine tırmandım.
Yuvarlandım, koşup bir başkasına tırmandım. Öptüm kumu ve kumun içine ellerimi soktum. Ta ki, nefes nefese kalana kadar. Gözüme ve ağzıma kumlar girene kadar. Öyle güzeldi ki çölde yüzmek.
Onunla yaşadığım anları rüya gibi hatırlayacağımı bilerek, bir çadırda uyudum. Hiç bu kadar kalın bir battaniyem olmamıştı. Dört parmak kalınlığında filan. Başucumda da hiç fener olmamıştı. Elektrik yok ki. İyi ki yok. Cep de çekmiyor oh. Oh ne güzel! Başa dönmüş gibi.
Saatleri kurduk ve saat 6’da güneşin sahra üzerinde doğuşunu izlemek için uyandık. Çadırlardan çıktık. Kimse kimseyle konuşmadı, herkes güneşe doğru yürüdü. Kendine bir tepe buldu oturdu.
Gidip görünce, selam verince dünya ne kadar güzel; güneş, ay, çöl, kum, soğuk, sıcak, eş, dost ne kadar güzel.
Ne güzel Allah’ım!
Paylaş