Paylaş
Yani ne kadar önemli olduğunu bu topraklarda çalan müzik için.
Senin, MFÖ’nün peşinden durdurulamayan bir nehir gibi sürüklendiğimizi...
Ele güne karşı yapayalnız kaldığımızı, mazeretimiz olduğunu, zincirin kopuk olduğunu ve olduramadığımızı...
Bu kelimenin her zaman sana ait olacağını.
Yani içinde durmadan çalan ritme, sesinden, bedeninden fışkıran o enerjik davete, bir gün bile sessiz kalamadığımızı.
Senin yanında fişe takıldığımızı, akıma kapıldığımızı, yeniden yapıldığımızı, şarj olduğumuzu, hayran olduğumuzu...
Yani Mazhar Abi’nin evinde, hep telefondaki ekrandayken sen, onun ne şanslı olduğunu düşündüğümü...
Senin de ne şanslı olduğunu düşündüğümü.
Dostu olanın, hele ki müzik dilinde konuşan üç devin yan yana ne kıymetli olduğunu.
Her Mazhar’ın bir Özkan’ı, her Özkan’ın bir Fuat’ı olması gerektiğini...
Yani sen etraftayken, her şeyin daha kolay, daha hafif, daha komik, daha eğlenceli, daha farklı ve her zaman daha sürprizli olduğunu.
Senin yanında durduğumuz anların, bize bir hediye olduğunu.
Yani senin “Day dahi ya hum / Nurunda nurunda nurunda nurunda / Hiya hiya”da ne demek istediğini anladığımı.
Ne kadar haklı olduğunu.
Hepimizin böyle diller bulup, ‘Das dis dos!’ demeyi unutmamamızın iyi geleceğini...
Bu dilin her zaman sana ait olacağını...
Yani senin Aysun’dan ve oğlundan bahsederkenki sevgini, damarlarımda hissettiğimi.
Nasıl olup da hayatta hiç korkmadan yüreğini bu kadar açtığını...
Senin, benim ve Tarkan’ın aynı gün doğmamızın tesadüf olmadığını.
Belki üçümüzün de aynı yıldız tozundan yapıldığını ve benim bundan ne kadar mutlu olduğumu...
Yani ben AROG’da anaokulu öğretmeni Mimi’yken, senin de babam Didi olmanın bana ne kadar güzel günler hediye ettiğini.
Yanındayken çok şey öğrendiğimi. Nasıl yaşanacağını ve olunacağını öğrendiğimi...
Kısaca...
Oldurdun sen Özkan Abi.
Sana bunu söylemek isterdim.
Ve seni çok sevdiğimi.
Ve sana daima müteşekkir olacağımı.
Huzur içinde uyu.
Paylaş