Kim derdi ki bir gün bir bilim kitabı, kalbimize ayna tutacak?
“Çiftlerin paradoksu” başlıklı bir yazı okudum ve ilişkilere bakışım değişti. Aşık olduğumuz insanla ilgili hem ‘hayatımın aşkı’, hem de ‘beni çıldırtıyor’ diyebilmemizin sebebi basitmiş. Aşık olduğumuz insana aşık olma sebebimiz, ilişki uzun sürdüğünde, yani bu sebep defalarca tekrarlanarak güçlendiğinde, onun en çekilmez özelliği oluyormuş.
“Kocam hafta sonları hiç evde değil” diyene sormuşlar, “Sen ona niye aşık olduydun?”, “Sınıfın en çalışkanıydı da ondan” demiş. Fıkra gibi anlattım ama aslında durum gayet trajikomik! Kıymetimiz kıyametimize dönüşüyor! “Nişanlım hiç duygularından bahsetmiyor” diyenin aşık olma sebebi “çok cool bir tipti”. “Eski sevgilimin bedeninin her metrekaresine hayrandım” diyen adama “E o zaman niye ayrıldın?” deyince, verdiği cevaba bakın: “Artık her şey şehvet olmuştu, duygu yoktu hiç.” Şakacıları hızla ciddiyetsiz; anaçları hızla kontrol manyağı; yumuşak başlıları hızla pasif; inandıklarına baş koyanları hızla kafasının dikine giden; sosyalleri hızla çenesini kapayamayan bir performans manyağı haline getiren bu devrana nasıl dur diyeceğiz peki?
Bakın şunda anlaşalım, extreme spor yapıyor diye aşık olup evlendiğimiz bir adam, saat 12’yi vurduğunda sorumsuz bir ebeveyn; rahat bir tip de tembelin teki olacak. Sevgilimizin banyodaki o güzel saçları, üçyüzbinkırkdokuz kere tekrarlandığında beynimize kan fışkıracak. İşin püf yanı, ‘çok maruz kalmakta’. Aynı şaka, başka başka yemek masalarında yüzbin kere tekrar edildiğinde, gülünmez oluyor. Sevdiğimiz insanı, hayatımıza sabitleyince onun aşık olduğumuz tarafları, bir çarpanla çarpılıp devleşiyor. Ve az dozda gözümüze şaheser görünen sevdiceğimiz, yüksek dozda alındığında sistemi çökertiyor. Böyle bir şey olmasaydı, herhalde Woody Allen tek bir film bile yapamazdı.
Erkekler ağızlarını açıp, gözlerini yumunca kadınlar için dominant, her şeye karışan ve duyarsız diyormuş. Kadınlarınsa en dayanamadığı şey, sosyal beklentilere uyulmaması. Sigara içilmeyen yerde içilmesi, park yapılmayan yere yapılması filan.
Çözüm, o bir zamanlar ‘ah ne güzel’ olan özelliği, çekilmez olduğu gün de bağrına basmak. Çünkü kimse sadece iyiden oluşmuyor. Herkes bir külliyat. İyi şeyler kadar kötü şeyler de var. Sevince hepsi kabulümüz olmalı. Kimseyi kılçığından ayıklayamayız. Ha ayıklarız, bu dünyadan gidince ayıklarız, ama o da ‘sakızını çiğner çiğner pat diye balonunu patlatırdı’yı şirin bulmak için biraz geç olmaz mı? :)