Ne yapayım ben dünya için?

Bizim asıl yuvamız, ailelerimizle içinde oturduğumuz, dört duvarı beton olan yer değil.

Haberin Devamı

Bizim asıl yuvamız, oradan dışarı çıkıp da ağacını, denizini, rüzgarını soluduğumuz, çatısında gök olan yer: Dünya.

Dünya insanoğlundan milyonlarca yıl önce vardı.

Denizlerini büyüttü, karaları kırıldı, kıta oldu. Buz kestiği oldu.

Dünya sadece güzel bir sular ve bitkiler gezegeni olmak istemedi.

Canlılar yakışırdı ona.

Deli bir canlılık başladı, önce suda sonra karada.

Şu an dünyada baobab ağacından flamingoya, mercanlardan tek boynuzlu balinalara kadar inanılmaz güzellikte bir canlılık var.

İnsanı da bu güzelliğin içine katmak isterdim ama insanın ona verdiği zararı, diğer türlerin hiçbiri vermedi.

İnsan dünya canlılığını yiyecek, tüketecek, sömürecek bir şey olarak yaşadı.

Okyanustakinden dağdakine nefes olan atmosfere, zararlı gazlar bırakan medeniyetler kurdu. Açgözlü bir varlıktı.

Haberin Devamı

İhtiyacı olandan çok daha fazla tükettiği gibi, üretti de.

Az sayıda insanın çok şeyi oldu, arta kalanları da dağıtmadı olmayana. Çöp yaptı ya da yaktı. Komşunun evi kadar büyüğünü istedi. 

Olduğundan daha uzak yerlerde aradı mutluluğu. Topladı da topladı, yedi de yedi, gezdi de gezdi, istedi de istedi.

Bu istek bitmek bilmiyordu. Sonra tabi, evine, midesine, hayatına fazla gelen şeyleri atmak zorunda kalıyordu.

Sonunda dünyanın havası kirli, atmosferi delik, denizleri kimyasal dolu, ormansız, buzulsuz, çöplük ve virüslü hali, azalan canlılığı insan eliyle oldu. İnsanın hep ona yetenden daha fazlasını istemesinden oldu.

Oğluma akşamları okuduğum bir kitap var. Adı “Log Hotel”, Türkçeye “Kütük Otel” diye çevrilebilir.

O kitabı okuyan, dünyadaki canlıların nasıl bir uyumla, birbirine canlılık adına eklemlendiğini anlar.

Kitapta koskoca bir meşe ağacı, yaşlanıp devriliyor bir gün.

Kütük oluyor ormanın toprağında. Sonra ilk solucanlar ve böcekler gelip içini yiyerek tüneller kazıyorlar. Mantarlar geliyor.

Onlar da başlıyor eritmeye kütüğü. Ağaçkakan gelip kütüğü dinliyor, içindeki böcekleri solucanları duyup, gagasıyla kütüğü parçalayıp onları yiyor.

Bir yılan yerleşiyor içine, kışı geçirmek için. Salyangozlar geliyorlar. Mantarları ve üzerine birikmiş yosunları yiyorlar.

Haberin Devamı

Sonra kuştu, mantardı, eğreltiotuydu, böcekti, yosundu, kertenkeleydi derken, kütük tamamen yumuşuyor ve kalanını da solucanlar yiyip toprak yapıyorlar. Derken yanındaki meşeden bir meşe palamudu düşüyor yere.

Çatlayıp tohumunu toprağa bırakıyor.

Yağmurlarıyla suluyor onu dünya, filizleniyor yeni meşe.

O da devrilen meşe gibi, yüz yıl yaşayan koskocaman bir ağaç olacak.

Kim bilir kökünden yaprağına, gölgesinden nefesine kaç canlıya şifa olacak, ev olacak.

Neden bir ağaç kadar düşünemiyoruz?

Onun beyni nerede bilmiyorum ama belki beynimizi kafamızda bir tasın içinde taşımaktansa, bütün hücrelerimizde taşısaydık başka olurdu. Yine de hepimizden umudum var.

Haberin Devamı

Gelin bugün başlayalım ağaçlar gibi dünyaya sarılmaya. Asıl yuvamızı korumaya, kollamaya, temiz tutmaya bugün başlayalım.

Başlamak zordur nasıl mı başlayalım?

Yuvam Dünya Derneği’nin, “İklim dostu yaşam rehberi”ni bir okuyun, internette var.

Sonra bir maddesinden tutun ucunu, ben de öbür ucundan tutuyor olacağım.

Beraberce denizlerin müsilaj kusmadığı ve kuşların şarkısının susmadığı bir dünya bırakalım yavrulara.

Onlar bizim verimli toprağımıza düşen meşe palamutları olsun.

 

Yazarın Tüm Yazıları