Paylaş
Kendimizle ilgili cümleler bunlar.
Ben şöyleyimdir, şunu sevmem, bunu yapamam gibi.
Bunlar sanki bizi ayrıştıran güzel çitler gibi görünse de, aslında parmaklıklar.
Bizi kendimize hapseden biziz. Bu cümlelerle, bu varsayımlarla.
Bu cümlelerin çoğu, büyüyene kadar duyduklarımız.
Geçenlerde bir çizgi filmde çocuk, odasında dağ gibi dağınıklık olan arkadaşına sordu: “Odan ne kadar dağınık, ne zamandır toplamadın?”
Çocuk da cevap verdi: “Doğduğumdan beri toplamadım.”
Biz de, doğduğumuzdan beri toplamıyoruz aslında dağınıklığı.
Eve gelen misafire annemizin hakkımızda söyledikleri, komşunun fısıldadıkları, kırk yılda bir gelen bir halanın bize sarılırken ağzından dökülenler hepsi birer parmaklık gibi sarıyor etrafımızı.
Dağıtıyor odamızı, içimizi.
Frekanslar karışıyor, bazı laflar çelişiyor derken, bir bakmışız onlar biz olmuşuz.
Belki de anneler babalar olarak en dikkat etmemiz gereken, çocuklarımıza haklarında hissettirdiğimiz, duyurduğumuz cümlelerimiz.
İyi ya da kötü yorumlarımız.
Çalışkan deriz.
Onu çalışkan olduğu için sevdiğimizi düşünüp, ömür boyu ilgilenmediği şeyleri çalışabilir.
Tembel deriz, çalışmak istediğinde bu isteği ona yabancı gelir.
Bir sussak ve sadece ihtiyacı olduğunda orada olsak tamam aslında ama gel de becer bunu, tut çeneni.
Kendimize de böyle.
Doğduğumuzdan beri toplanmamış bir oda.
İçimizde ses ayarını bile tam yapamadığımız bir dolu ses. Kakofoni.
Herkes kim olduğumuzu bizden önce ve bizden iyi bilmiş.
Sonradan tanıştıklarımızın da vokalleriyle sağ olsunlar, bir senfoni çıkıyor ki ortaya, kolaysa otur dinle.
Çoğu insanın oturup, gözlerini kapatıp sessiz duramamasının da sebebi. Kafamız şişmiş.
İçerisi öyle gürültülü ki, televizyonun sesi bile ilaç gibi geliyor.
Benim de öyle.
Hakkımda denilenlerin hayat yolunda ayağıma takıldığı oluyor.
Sanki o dev yosunlu Afrika’nın ucundaki İğneler Burnu’ndaki sahil gibi.
Yürüyorum ama dev yosunlar, kollar gibi dolanıyor ayaklarıma. Ayaklarım yere, ayaklarım çime basmıyor.
Basmıyordu.
Sonra bir gün, ayaklarımı bulmak istedim.
İçimden geçen her cümleyi kedi gibi boynundan yakalayıp, yüzüne yüzüne bakmayı öğrendim.
“Kimsin sen, kim dedi seni, kim gönderdi bana?”
Anlayınca kimden, neden geldiğini, onu yere bırakıp, “Söyle ona, o değilim ben” diyebiliyorum.
İçimizdeki cümlelerde, kendi sesimizle söylediklerimizi ve başkalarının sesiyle söylenen dublajları ayrıştırıp, ayağımızı yere basmak ve odamızı toplamak zorundayız.
Biraz soyut anlattım ama anladınız siz beni.
Paylaş