Evi ve kafası dağınıklara

Aslında o tür kitapları hiç almam ama bunu aldım işte. “Evinizi Toplama Kitabı”. Japon bir yazar. Kendisinin mesleği, evlerini bir türlü toparlayamayan ve büyük kargaşasının içinden ‘imdat!’ çağrısı yapanların eşyalarını düzenlemek.

Haberin Devamı

“Evimi elalem mi toparlayacak tövbe tövbe” demeyin. Evler öyle hallere gelebilir ve eşyalarınız üstünüze öyle bir çullanabilir ki, içlerinde boğulmak üzereyken bir yardım eli için çırpınabilirsiniz.
Bana asıl garip gelen, evi başka birinin nizama sokması sadeleştirmesi değil de, bu konuda koca bir kitap yazılması oldu aslında.
Neyse aldım kitabı geldim eve, biraz da okudum. Derken kitap dağınıklığın içinde kayboldu iyi mi. Kitap şu an evde kayıp. Çok manidar çok.
Kitabı kaybetmeden önce okuduğum kadarıyla durum şu:
Bizler, tükete tükete evimize sürekli bir şeyler taşıyoruz. Sonra bu şeyler git gide birikip, evin kapılarının açılmasını engelleyen, dolaplardan, poşetlerden, depolardan sarkan kullanılmamış eşyalar senfonisine dönüşüyor.
Aklımızı toparlayamaz, istediğimizi bulamaz, atmalara kıyamaz hale geliyoruz. Bu bir kartopu gibi giderek büyüyor ve sonunda... İflas!
İçinden çıkılması imkansız yığıntılarla yaşıyoruz. Nefes alamıyoruz. Ey Allah’ım içinden çıkamıyoruz. Bir gün geliyor. Bari görmeyeyim şu yığıntıyı deyip, yerini değiştiriyoruz.
Halbuki kitapta ne diyor, bir şeyin yerini değiştirmek ondan kurtulmak demek değildir. Sen onun orada olduğunu bilir, hissedersin. O da orada durarak sana kendini yaşatmaya devam eder.
Ah Japonya! Japonya’ya mı gitsem diyorsunuz okudukça. Azcık şeyim olsa Japon evlerindeki gibi. Yerde uyumak için basit bir şilte. Birkaç kimono. Bir çay seremonisi takımı. Bir iki kitap. Bir de insanın ruhunu eğiten küçük bir Japon bahçesi.
Ne yani yaşanmaz mı? Ballar gibi yaşanır.
Bu tür içinden çıkılamaz dağınıklığa üç tip insan sebebiyet verirmiş. Bir: Atamıyorum’cular. İki: Yerine geri koyamıyorum’cular. Üç: İlk ikisinin toplamı.
Üzülmeyin insanların yüzde 90’ı üçüncü kategoride. Şimdi mesela ben, ilk ikisinin toplamı olduğumu anladığımda, bu hiç hoşuma gitmedi.
Nedir bu, karıncanın yuvasına kırıntı taşıması gibi habire torbalar dolusu şeyler tüketmek! Sonra da kıyıp atamamak. Sonra da üşenip geri koyamamak.
Bu yazdıklarımdan, bir eşya dağında yaşadığım göz önüne gelmesin. Sadece inanılmaz bir dağınıklıkla yön buluyorum evde. Tek sorumlusu da benim bunun.
Ha... Bir ara yaratıcı insanlar için dağınıklığın iyi olduğunu, alakasız şeylerin bir arada durmasının fikirlere iyi geldiğini okumuştum bir yerde.
Ve kendi çapımda bir rahatlama yaşamış, bu halimi meşru kılmıştım. Ne de olsa, bir şeyler yazıp çizen çalıp söyleyen biriydim ve dağınıklık neden benim modam olmasındı. Ama yok. Bununla yaşamamaya karar verdim.
Kitapta diyor ki, az eşyalı düzenli bir yerde durmayı denemek insan için daha zordur. Çünkü düşüncelerin sesi açılır. Çünkü etraf bağırmadığında kendini duymaya dinlemeye başlarsın ve bu çoğu insan için dayanılmaz gürültüdür. Şimdi buna inanıyorum. Düzenden korkmayacağım.
Diyor ki, direkt olarak çöpe atın fazlalıkları. Bir depoya göndermek ve göz önünden kaldırmak işi çözmez. A TA CAK SII NIIIIIZ nokta.
Her bir parçaya bakıp, dokunup “Bu şey bana neşe veriyor mu?” sorusunu sorup, vermeyeni hooop çöpe.
Harika bir eleme yöntemi değil mi?
İnsan bu soruyla, etrafından ilk başta insan eler valla! Neşe vermiyorsa at gitsin. O şeyi artık giymene, bakmana, yaşamana gerek yok. Kurtul ondan.
Ha bir de şunu öneriyordu: Oda oda gitmeyin, kategori kategori gidin. Yani yatak odasını toparlayayım değil de, kıyafetleri, kitapları, tabak çanakları toparlayayım şeklinde.
Öbür türlüsü geçici ve lokal bir çözümmüş.
E peki ben ne yaptım? Neşe vermeyi bırakmış her şeyi koca bir kutuya koyup, çatıya kaldırdım!
Biliyorum kitapta böyle demiyordu ama ne yapayım kıyamadım atmaya bir anda, gözümün önünden gitsinler önce sonra elerim dedim...
Hayır kitabı bi bulsam, benim gibi ‘topladım ama atamadım valla şimdi napiym’ tiplere ne öneriyor ona bakabilicem en azından.

Yazarın Tüm Yazıları