Paylaş
Biri dışarısı.
Doğanın ortası. Çağlayan bir nehrin yanı.
Bir çınarın gölgesi. Kuş seslerinin duyulduğu bir sabah.
Sabah çimenlerde çiy. Çıplak ayakla basılan toprak. Yağmurun altı. Dağın tepesi.
Batan güneşe doğru giden çamurlu yol.
Denizin kıyısı, denizin içi, denizin üstü.
Rüzgarın estiği bahçe. Ateşin yandığı kıyı. Çakıllar. Balıklar.
Hem dünyadaki herkese hem de hiç kimseye ait olan şeyler.
Paranın alamadığı, ismin yazılamadığı, kimsenin sana vermediği...
Orada duran, döngüsünde dönen, sana misafirliğini hatırlatan.
Bir ormanın yanı başında durup da kendini büyük hisseden biri oldu mu?
Biri de içerisi.
Evin içerisi değil ama insanın kendi içerisi. Git git bitmeyen. Hikayesi susmayan.
Matruşkalar gibi bütün gençliği, çocukluğu, bebekliğiyle iç içe gezen.
Hepsine ayrı ayrı laf anlatan, dinleyen, yatıştıran.
Sanki dünyaymış da çekirdeği lavmış da o lav da herkeste aynıymış gibi olan.
Herkeste bir olmasına şaşılan. Dışarıdan katiyen anlaşılmayan.
Başkasının anlattığını, zaten içinde çoktan duymuş olman.
İnsanın içinde neresi yok ki?
Duvar kağıtlı odalar, dans edilen sigara dumanlı koridorlar, sevgiden yapılmış yemekler, lekeli kadife kanepeler, nedense hep kurşun askeri hatırlatan kaldırım taşları, ayakların uyurken sevdiğinin sıcacık ayaklarına değmesi.
Çocuğunun nefesi.
Kitaplardan sevdiğin cümleler. (Ama hiçbirini tam olarak söyleyemezsin.)
Çocukluktan ezber şiirler. Tek bir şiiri bile ezbere bilmeyen birine, derdini nasıl anlatabilirsin?
En azından Orhan Veli’nin o üç dizesini ezberleyebilirsin.
İçimde hep bir şey çalıyor benim. Kulak çınlaması gibi.
Dışarıdan duyulmaz. Ben söylersem duyulur ama ne kadar söylesem, o içteki olmaz.
Gözlerinden içine dalabildiğim insanları da çok seviyorum hem.
Dediğini dikkate almadan, gözlerinden hikayesini izleyebildiğin.
Dediğin altyazı, gözlerin film.
Gözleri ‘yaşasın’ diyen, ‘imdat’ diyen, ‘burdayım bir yere gitmedim’ diyen.
Gözleri hep dolu, hep kuru, hep duru.
Paylaş