Kalimnos adasında her şey sakin. Deniz süt liman. Bir vadinin arasında demirliyiz biz de. Denizde geçen bir yazdan, sarı bir sayfa daha. Derken... O da ne?!
Karşımızdaki tepede iki küçük binacık, öyle hiç bir yerin ortasına gelip, basitçe kurulmuşlar. Dikkatle bakınca, birinin kapısında, hatta bahçesinde de, haç olduğunu gördük. Hatta bir küçük çan kulesi de. Peki kim yaşar orda? Bir keşiş! Bir keşişten başkası yaşıyor olamaz orda. Yaşasın hayatımda hiç keşiş görmedim! Belki gelir... Maviye boyalı kepenkleri kapalı bu ev, sonsuza kadar nefesini tutamaz ya canım. Elbet biri gelicek, bizim merdivensiz dediğimiz o tepeye evine gider gibi tırmanıcak, kapısını açıcak ve bir ışık yakıcak. Elbet. Derken... O da ne?! Bir motor, küçük bir makas gibi keserek denizi, yaklaşmasın mı kıyısına karşı tepenin? Dürbünü aldık hemen. Allahım kimdir, / nasıl biridir bir tepeciğin elektriksiz susuz ama inançlı bu orta yerine gelen? /Tabi ki bizim gibi etten kemikten. / İşte tam da bu zaten garibimize giden! İşte sonunda biri çıktı kıyıya. Elinde torbalar var. Demek erzak getirmiş. Güneş battı artık, ama adamı görüyoruz hayal meyal. Uzun siyah bir elbise giymiş, saçları beline kadar örülü. Elinde bir gaz lambası, yukarı doğru evine gider gibi tırmanıyor. Bir kaç kere indi çıktı, tüm erzakları yukarı taşıyabilmek için. Sonra gecenin karanlığında, fakir bir ışık taştı dışarı penceresinden. Gaz lambasıyla yemek mi pişiriyor? Yoksa, yüz metre karşımızda iki yüz yıl öncesini yaşayan bu adam, yemek de mi yemez? Dua mı okuyacak sabaha kadar? Derken... O da ne?! Rahip ve ben, uyuyakaldık karşılıklı... Böyle şeyler filmlerde olur normalde. Bu yüzden sabah uyanır uyanmaz ilk işim, dürbüne sarılıp, o mavi kapıya bakmak oldu. Kapı kapalı ama yukardaki küçük binada bir hareket var! ‘Nolur, giderken şu karşı koya yaklaşalım, yakından bakmak istiyorum’ dedim. Aslında dememeli miyim bilmiyorum. Sanki karşımdaki bir setti, adam kostümünü giymiş ve yüzyıllar öncesine gitmişti. Birkaç kulaç ötesi, başka bir yıldı. Başka bir tür nefesti. İpad’le falan ilgilenmeyen. Dünyadan istediği bir çukurdu, derine inmeye gelmişti. Yakından bakıcaktım işte. İyice yaklaştık. Dürbünü gözüme götürdüm. Derken o da ne?! O bir kadın! Kadın mı?!!! Emin misiniz? Belki adamın karısı?! Belki içerde uyuyor adam. Ne?!! Kadın kayada ahtapot mu dövüyor? O haçlarla çerçeveli resimde, çoktan ölmüş bir ahtapot, kayalara vurularak akşama salata mı oluyor? Bari o olmasın... Derken, yavaş yavaş uzaklaştık. Elimdeki rüya, bir illüzyon oldu. Avucumdaki kelebek, kum olup döküldü parmaklarımdan... Keşiş yok mu, uzun siyah rahip elbisesi yok mu, tokluğu yok mu onun? Aklımdan resmini çıkarıp son bir kez baktım, sonra silip yerine siyah kolsuz bir entariyle ahtapot döven kadını koydum. Niye inceledim ki sanki? Niye illa yakından baktım? Gizemin sisiyle yaşayamadım mı ben? Bundan sonra sözüm olsun. Hiç bir şeye çok yakından bakmıycam. Her şeye biraz miyop kalıcam. Uyanıkken hayal böyle görülürmüş.