Paylaş
Hatta onur talebesi olarak mezun bile oldum.
Dünyada oynanan ekonomik oyunlarla ilgili bir sınavı, ülkeler arası aşk mektupları yazarak cevaplamıştım.
Felsefe imtihanındaki soruya, yüzlerce başka soru sorarak cevap verdim.
Bunları şöyle orijinal, böyle farklı, öyle zeki olduğumdan falan değil; başka türlü düşünemediğim ve yazamadığım için yaptım.
Belki yanlış bir bölümdeydim, bilmiyorum. Ama ülkelerin yerine insanları, liderlerin yerine kendini, olayların yerine başına gelenleri koyunca çok şey öğreniyordun. İyi insanla iyi ülke, kötü liderle kendi kötün, global krizlerle aile kavgaların birbirinin aynıydı.
Hayatın basit mekanizmaları vardı ve bunları dallanıp budaklandırıp, çorba haline getirip, iyice anlaşılmaz kıvamda ağzında çalkalamaya ‘politika’ deniliyordu.
Halbuki, “Nasıl beraber yaşarız?” sorusunun cevabını, ben bile biliyorum: Birbirimizi severek ve saygı göstererek.
* * *
Dünyanın en güzel, en rüzgârlı, en kanatlı, en asil duygusu özgürlük. Ve özgürlük, sınırların yokluğu değil elbet. Sınırlar içinde kendinin sonuna gidebilmek.
Her kim bize, kendi doğrusunu dayatırsa; içimize her çekişimizde yenilendiğimiz oksijenden bir kavanoz hava, kulaçlar atarak kıyılarımızdan uzaklaştığımız okyanuslardan bir avuç su, umutlarımızı ektiğimiz verimli tarlalardan bir kürek toprak çalar.
Biz farkında olmadan azalırız. Daralırız. Nefessiz kalır, kurur, çorak topraklara döneriz.
Herkesin hayatı yaşama şekli, isteği, hayali, parmak izleri kadar birbirinden farklı.
Sırf bu yüzden, belki de en büyük günahlardan biri, başkasının hayatına kemer takıp belini sıkmak. Sıktıkça sıkmak, sıktıkça sıkmak.
İnsan bana göre, memeli olduğu kadar kanatlı bir tür.
Herkes hayallerinin yettiği, kalbinin çarptığı, gücünün yettiği yere kadar uçmaya özgür.
Bu ülkede yaşayan insanlar da buna istisna olamaz.
Gezi Parkı herkese, birbirinin gerçeğinde -artık- gezme ihtiyacını hatırlattı. Bugün artık Google’a ‘gezi’ yazdığında, karşına ‘Gezi Parkı’ çıkıyor.
Bunu edebi olarak eşsiz buluyorum.
Kimse, kimsenin gerçeğinde gezmekten korkmamalı. Bunu bir park gibi görebilmeli. Bir uçurum değil. Kimse kimseyi öcü ilan edip, ötekileştirip cezalandırmamalı.
Doğa, ağaçlar, parklar bize bunu öğretebilir. Doğanın kendisi en büyük eşitleyici. Herkesin. Herkesin. Herkesin. Bu kelimeyi binlerce kere yazmak istiyorum. Hatta ‘herkes herkesin’ yazmak istiyorum.
* * *
Senin benim onun. Onların bizlerin sizlerin. Annemin babamın kardeşimin. Tanıdığıma ah çok memnun olduklarımın. Sokakta tanımadan yanından geçtiğim bütün eşitlerimin.
Doğanın matematiği en güzel politikalardan bile akıllı: Eğer şu anda buradaysan, hoş gelmişsin. Ne ırkına bakar, ne nüfus kağıdına. Ne diline, ne dinine.
Ne cinsiyetine, ne tipine. Ne adını sorar, ne fikrini. Ne cebindeki parayı sayar, ne yıllarını. Bir park sadece açabilir kollarını.
* * *
Burada, son bir ayda yaşananlardan dolayı, gözünden yaş akmamış, uykuları kaçmamış biri olduğunu düşünmüyorum. Herkes korkularının karşısına bir sandalye çekip oturdu. Kimi korkularına bağırıp çağırdı. Kimi çadır kurdu, “Ya sen gideceksin, ya ben” dedi.
Kimi gözleri gazdan yana yana ona baktı. Gözünü bile kırpmadı. Kimi kitap okudu, yanına kıvrılıp uyudu. Kimi “Mizah her şeyi hafifleten yegane güç” deyip, korkusunun burnunu karıştırdı. Kimi çaldı oynadı. Kimi sadece ‘durdu’.
Hayatını, gözünü, sağlığını kaybedenler oldu. Ne yazık ki oldu. Keşke olmasaydı ki oldu. Ne üzücü ki oldu.
* * *
Bunlardan bir erdem çıkacaksa eğer, bence şu:
Herkes kendi seçimlerinden utanmadan, korkmadan, yargılanmadan gezebilmek istiyor bu güzel ülkede.
Madem ki ‘bir ömürlük misafir’liğimizin (*) vatanı burasıdır, Allah bize burada korkmadan nefes alıp vermeyi nasip etsindir.
(*) Erkan Oğur’un o güzel albümünün adı.
Paylaş