Nil Karaibrahimgil

Leonardo’nun vinci

29 Mart 2004
Bayanlar baylar, Karşınızda anatomist, mimar, botanist, şehir planlamacısı, kostüm ve sahne tasarımcısı, şef, mizahçı, mühendis, at binicisi, kaşif, coğrafyacı, jeolog, matematikçi, filozof, fizikçi, ressam ve müzisyen... Nil Karaibrahimgil! Değil tabii ama ‘keşke’si var.

İşte bu ‘keşke ben de onun gibi...’ kahramanlarımın peşinde koştuğum günlerden birinde ‘Da Vinci gibi nasıl düşünürüz?’ kitabını alıp eve kapandım. Kafamdaki soru herzamanki gibi şuydu: Peki benim vince hangi benzini koyarsam ne kadar kaldırabilir? Bir baktım Leonardo’nun benzini çeşit çeşit, hem isimleri Lorenzo’nun yağından bile güzel! İnsan sadece bunları okusa, beynine bir endam gelir:

Curiosita, Dimostrazione, Sensazione, Sfumato, arte/scienza, corporalita, connessione.

***

Neymiş bunlar neymiş neymiş??? diyenler Curiosita’ya hoşgeldiniz. Türkçesi merak, merak, merak. Hayata karşı meraklı bir tutum izlemek, bıkmadan usanmadan en saçma şeyleri bile öğrenmeden duramamak. Leonardo için ‘gelmiş geçmiş en meraklı adam’ demeleri boşuna değil. Bir çiçeği bile çizerken üç değişik açıdan çizmiş. İnsan vücudundan sineğin uçuşuna kadar neye baksa yüzlerce açıdan bakmış. En önemlisi bunlar neyin nesi çok merak etmiş. Belki kuşların neden iki kanadı olduğunu kendimize hiç sormadan bir ömür geçer. Peki ya ‘Ben en çok ne zaman kendim gibi olurum? Hangi insanın yanında, nerelerde, ne yaparken?’ sorusunu sormadan ömür geçer mi? Gökyüzü neden mavi bilmesek de olur. Peki ‘Yapmayı en çok sevdiğim şeyden nasıl para kazanırım?’ı bilmesem de olur mu? ‘Archimandrite’nin ne demek olduğunu öğrensem de unuturum. Peki hayatta en çok istediğim şeyin ne olduğunu öğrensem unutur muyum?

***

Dimostrazione:
Öğrendiğini deneyerek test etme tutkusu, yanlış yapa yapa öğrenme isteği. Leonardo demiş ki: Deneyim asla hata yapmaz. Öğrendiğimiz şeyleri yazmaya kalksak bayağı bir şey yazabiliriz. Deneyerek öğrendiklerimizi yazsak o kadar olmaz. Çünkü en büyük korku hata yapma korkusu! Leonardo’nun çizdiği uçaklar hiç uçmamış ama bunun korkusu onu 42 yaşında latince öğrenmekten alıkoymamış. Bildiğimizden emin olduğumuz, bu doğrudur dediğimiz çoğu şeyi nereden öğrendik? Televizyondan, kitaplardan, internetten, arkadaşlardan, aileden, başkalarından. Yani her cevap bir kıyafet olsa, ben bunu kimden almıştım sorularının içinden çıkamayız. Peki ya ben, ben kendime elime iğneleri batıra batıra ne diktim? İşte bana en yakışan kıyafet o! O halde soralım: Hata yapmaktan korkmasaydım neyi daha değişik yapardım?

***

Normalspor bir insan ‘bakar ama görmez, dinler ama duymaz, dokunur da hissetmez, yer ama tatmaz, kıpırdar ama hareket etmez, içine çeker de koklamaz, konuşur ama düşünmez’... Sensazione, duyuları fayans parlatır gibi partlatmak demek. Peki nasıl? Kendini güzelliklere götürerek. Leonardo’nun vinci en güzel şekillerin, kokuların, tatların, seslerin ve hislerin benziniyle kaldırır. Bizim vincimiz de. Güzel olan her şey birleşip bizi şekilden şekile sokar. Ruhumuzun beş hükümdarı var, başka yok. O zaman ıhlamur ağacı kokulu bir rüzgarda, boğaza bakarak ve Norah Jones dinleyerek soralım kendi kendimize: Bugüne kadar gördüğüm en güzel şey ne? Duyduğum en tatlı ses? En içten dokunuş? En lezzetli tat? En güzel koku?

Mis gibi yaşayın diyor yani, misler gibi.

***

Sfumato
, sfumato da ne demek? Bilmem. Bilmem şart mı ki?.. Sfumato bu işte. Bilinmeyene açık olmak. Şüphe içinde olmaya dayanıklılık. Cevabını bulamadığın şeylerin serinliğini kabul etme. Oradan gitmeme. Sırtına birşey alıp o ortamda durma. Çünkü yaratıcılık için iyi. Leonardo resimlerinde bize o dumanlı alanları hediye etmiş.

O yüzden ifadeleri tam anlayamıyoruz. Hayal gücüne bırakmak için hafif sisli çizmiş çünkü. İfadeyi en net veren göz ve dudak kenarlarını bilerek gölgelere bırakmış. İşte ondan Mona Lisa’nın hangi ruh halinde olduğunu anlamak mümkün değil! Mesela ‘kesin mi?’ benim favori sorularımdan. Bundan vazgeçmek ve bilinmeyenle barışmak gerek bazen. O tolerans sana alan açıyor çünkü. Çelişki taşıyan vinç olalım mı biz? Yaşasın bilinmezlik, yaşasın muallakta kalan şeyler! Yaşasın neşeyle kederin, bağımlılıkla özgürlüğün, güçle zayıflığın, iyiyle kötünün, aynı ile değişiğin, yaşamla ölümün evliliği! Anlayamıyoruz ama besleniyoruz işte. Bir şekilde.

***

Arte/scienza.
Sanat ve bilim arasında dengede durmak. Mantıkla duyguların barış imzaladığı bir yer. Yani sanattaki bilimi, bilimdeki sanatı anlayarak düşünmek. Leonardo hem bilim adamıydı hem de sanatçı. İnsan vücudunu da çizdi, Mona Lisa’yı da. Prof. Roger Sperry yıllar once Nobel ödüllü bir araştırmayla beynimizi ikiye bölmüş; sağ taraf hayal kurmuş, sol taraf ayaklarını yere basmıştı. Sonra bunun böyle olmadığı, insan karar verirken duygularıyla mantığının acayip bir dans yaptığı konuşulur oldu. Yani aslında ‘neuron’un oyununa gelip duruyoruz. Analiz ettiğin şeyin içinde kendini tekrar eden bir güzel ritim vardır ya, belki de demek istediği o. Biz en iyisi aklımızı karıştırıp öyle düşünelim. Belki yeni bir yola çıkarız.

***

Corporalita
, beyinin olduğu kadar vücudun da fit olması. Leonardo, bütün yukarıdakiler yetmezmiş gibi çok da yakışıklıymış. Atletik bir vücudu, dimdik yürüyüşü varmış. Vejeteryanmış, yaşlanmamak için egzersiz şart demiş, iki elini de kullanarak yazıp çizmiş! Bize de şunları salık vermiş: Neşeli ol, sadece acıktığında ye, az ye, basit doğal yemekler ye, iyi çiğne, hergün egzersiz yap. Hepimizin ilk dilediği hep sağlıkken ve sağlam kafa sağlam vücutta dururken fazla söze ne gerek diyerek...

***

Connessione
’ye geçiyoruz. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu anlamaya. Tokyo’da bir kelebeğin kanat çırpışı New York’taki hava durumunu etkiler mi? Etkiler. Her şeyin her şeyle alakası var da, bunu unutuyoruz. Al işte biri suya taş attı. Halkaları büyüdü büyüdü, derenin karşı kıyısındaki kurbağayı rahatsız etti. Kurbağa sıçradı. Sıçrayınca kertenkele onu fark etti. Yedi. Suya taş atma sesini duyan çocuk kaçtı, annesinin yanına gitti. Gitmeseydi onu da timsah yiyecekti. O taş suyun altında kumu kıpırdattı. Küçük bir bulanıklık yarattı. Evindeki televizyonda bu belgeseli izleyen adam bu görüntüden etkilendi. Kafasının bulanıklılığını hatırlayıp psikoloğu aradı. Psikolog tatildeydi. Taşı atan oydu. Hahaha çok saçma oldu! Ama psikoloğun belgeselde ne işi var demeyin olur mu? Herkesin her şeyle her zaman işi var. Bir şey keşfetmek için rüzgarın, başakların, ve saçların arasındaki gizli anlaşmayı bilmek, en azından o bağlantıya açık olmak gerek.

Ne diyelim, düğümümüz bol olsun.

***

Leonardo’nun vinci onun dehasını kaldırmış. Biz Mona Lisa’yı çizemesek de, bir ağacın yaşının halkalarından anlaşılabileceğini bulmasak da, bunlarla kendi önümüze çıkan taşı kaldırabiliriz. Kaldırmayıp da ne yapacağız ki zaten!

***

Son olarak bir şey var ki yazmasam olmaz. Leonardo’nun not defterinden yapılması gerekenler:

Bulutların nasıl oluştuğunu ve dağıldığını göster,

Ağaçlardaki yaprakların nasıl çıktığına bak,

Bazı dalgaların neden diğerlerinden daha mavi göründüğünü bul...
Yazının Devamını Oku