İSLAM ve kadın konusu her zaman dikkat çekici olmuştur. Kuran-ı Kerim kadın ve erkeği bir bütünün iki eşit parçası görmüştür. “Hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktandır” diyerek bunu pekiştirmiş. Allah katında cinsiyetinizle değil takvanızla değerlisiniz prensibi de bunun delili olmuştur.
Ne var ki Kuran-ı Kerim’deki ‘şahitlik’ ve ‘miras’ ile ilgili ayetler maalesef özel şartları ve konuluş gerekçeleri göz ardı edilerek kötü niyetle gündeme getirilmekte ve buradan İslam hırpalanmaya, müminler rahatsız edilmeye çalışılmaktadır. Bu iki mevzuyu kısaca da olsa -çünkü bunların her biri bir makale konusudur- ele alacağım. Bunun dışında bazı hadis kitaplarında yer alan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e haksızca nispet edilen birtakım çirkin ifadeler de bu türden yazılara eklenerek İslam’ın kadını horladığı sonucuna varılmaya çalışılıyor. Öncelikle şunu belirtelim: Kuran-ı Kerim Yüce Allah’ın vahyidir. Rabbimizin Peygamberine gönderdiği kitabında kadını aşağılaması, horlaması düşünülemez. Yaratanın hem yaratıp hem de horlamaya ihtiyacı yoktur. Böyle bir şey düşünmek, Yüce Allah’a iftira olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi nazik, sözü ölçülü, kırılgan, sevecen ve son sözü ‘Kadınların hakkını çiğnemeyin’ olan bir insanın kadını horlaması düşünülebilir mi? İslam âleminin milyonlarca eğitimli, bilgili, kültürlü hanımefendileri nasıl bir Kuran’a ve Peygamber’e tabi olduklarını iyi biliyorlar. Kimse onların üzerinden İslam’ı hırpalamaya çalışmasın. Çünkü bu tür değerlendirmeleri kötü niyetle ele alanlar tarihin tozlu arşivinde unutulmaya yüz tuttular ama Kuran’a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan ihtiyaç ve sevgi günden güne cilalanmaya devam etti. Kuran-ı Kerim’de geçen şahitlik ve mirasla ilgili iki konuyu konuluş biçimleri açısından kısaca özetlemek istiyorum. Şu önemli noktayı belirteyim: Bu yazının amacı insanlar şöyle veya böyle yapsınlar değil. Bir durum tespitidir. Kuran’ı Kerim’in bu konulardaki mantığını hatırlatmaktır. 1- “Kuran’da iki kadının tanıklığı bir erkeğe bedeldir.” Buradan şu noktaya varılmak isteniyor. Kuran’da kadın aşağılanmış, kadın erkeğin yarısı kabul edilmiştir. Bu tespit doğru değildir. Art niyetli ve çarpıtılmış bir tespittir. Bu tespit İslam’daki şahitlik anlayışını tanımlamıyor. Peki Kuran’daki bu meselenin özü nedir? Özetleyeyim: Bakara suresinin 282. ayeti Kuran-ı Kerim’deki en uzun ayettir. Bu ayet vadeli borçlanma ve mali haklardan bahseden bir ayettir. Ayette borçlanma yapıldığında şahitler edinilmesi, evrakların imzalanması, zaman ve miktarının yazılması istenmiştir. Bilindiği gibi mali konular münazaalı ve problemli konulardır. Ödenme noktasında problem çıktığında, şahitler mahkemeye celp edilir. Bu nedenle de Kuran’ı Kerim’in indiği dönemdeki yolculuk, mahkeme, icbar gibi hususlar göz önünde tutulduğunda şartların zorunluluğundan ötürü Kuran bu mevzuyu erkekler üzerinden yürütmeyi uygun bulduğu anlaşılıyor. Bundan dolayı da bu türden sözleşmelerde iki erkek şahit bulundurulması istenmiştir. Erkeklerin hele o dönemde ticaretle ilgili ve problemli konuları değişik meclis ve zeminlerde tartışarak çözüme bağladıkları bu konuda kadınlardan daha tecrübeli oldukları göz önünde bulundurularak ayetle bu mesele şöyle konuşlandırılmıştır: “Borçlanma ile ilgili bu sözleşmede iki erkek olmazsa, bir erkek ile biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için iki kadın şahit olsun” (Bakara, 282). Ayet açık. Aranan şey: Şahitliğin doğru olarak yerine getirilmesidir. O dönemde kadınlar fazlaca uzmanı olmadıkları hususta, şahitlikte birbirlerine destek olsunlar, detayları kaçırmasınlar diye Kuran bu nedenle iki kadın arıyor. Peki buradan nasıl olur da kadının erkeğin yarısı olduğunu çıkarabiliyorlar. Kuran’ın böyle bir derdi olsaydı bunu bir çırpıda söylerdi. Önemli olan bir nokta da şudur: Bu hüküm ‘sözleşme şahitliği’ ile ilgili kısmındaki hükümdür. Yine Kuran-ı Kerim’de yer alan diğer şahitliklerle ilgili ayetlerde böyle bir sınırlama yoktur. Erkek ve kadın şahitliği ayrımı yapılmamıştır. Nisa 15, Maide 106, Talak 2, Nur 6-9. ayetlerinde yer alan şahitlik konularında şahitlikte erkek-kadın ayrımı yapılmamış, genel ifade kullanılmıştır. Bilindiği gibi, genel ifadelerde erkek ve kadın ortaktırlar. Özellikle Nur suresinde belirtilen (8-9. ayet) karı-koca arasındaki anlaşmazlıkta kadın ve erkeğin her birinin dört defa yemin etmelerinin yeterli bulunması çok çarpıcıdır. Ve bu iftiralara en güzel cevaptır. Çünkü bu yanlış mantığa göre, karısına zina iddiasında bulunan erkeğin 4, bunu reddeden kadının da 8 defa yemin etmesi gerekiyordu. Onlara göre kadın erkeğin yarısı ya! Ama ayet karı ve kocanın dörder kez yeminini yeterli görüyor. “Görgü şahitliğinde” de kadın ve erkek arasında hiçbir fark olmadığı gibi bilakis bazı konularda kadının şahitliği erkeğin şahitliğine tercih edilmiştir. Bazen onlarca erkeğe karşı bir kadının şahitliğine itibar edilmiştir. Kadınlar arasındaki davalar, çocuklar arasındaki kavga ve yaralanmalarda, süt olaylarında, gebelik gibi olaylarda erkeğin değil kadınların şahitliğine itibar edilir. Demek ki şahitlik mevzusu erkek ile kadından kimin yarım, kimin tüm olduğu kavgasının yapılacağı bir arena değil, adaletin tecelli edeceği bir zemindir. Bu nedenle de borçlanma ile ilgili özel bir hükmü ele alıp, bağlarından, şartlarından koparıp İslam’da kadın erkeğin yarısı gibidir diyebilmek insafsızlıktır. Allah’ın kitabına haksızlıktır. 2- “Mirasta kadın erkeğin yarısını alır. Öyleyse kadın erkeğin yarısı gibidir.” Bu genelleme de yanlıştır. Kuran-ı Kerim’in erkek ile kadına yüklediği özel pozisyonu bilememekten kaynaklanmaktadır. Elbette bugün kimin mirasını nasıl paylaşacağı kişilerin özgürlüğü ve kanunlarla tespit edilmiştir. Bizim üzerinde durduğumuz nokta bu hükmün istismar konusu edilmesidir. Buradan Kuran’ın yanlış takdim edilmesidir. Mirasla ilgili bu hususu da kısaca belirtelim: İslam’dan önceki dönemde askerlik çağına gelen erkek çocukları miras alırlardı. Küçük kardeşleri, kız kardeşleri, anneleri miras alamazlardı. Ergenlik yaşında erkek çocuk yoksa ölenin erkek kardeşleri, yeğenleri mirası alırlardı. Uhud harbinden sonra Kuran-ı Kerim kadınları mirasa dahil etti. Anne, kız, kız kardeş, hala, teyze, büyükanne, kız torun gibi akrabaları da mirasa ortak etti. (Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/170-171) İslam fıkhında evlilikte ve öncesinde ailenin bütün sorumluluğu, mali ve ekonomik bütün külfeti erkeğe ve babaya aittir. Evlenmeden önce baba, evlendikten sonra koca bütün giderleri karşılamak zorundadır. Kadının (kız çocuk veya eş) hiçbir mali sorumluluğu yoktur. Kuran’ı Kerim erkek ile kadınların payını değerlendirirken bu prensipten hareket etmiştir. Evlilik aşamasında erkek kadına mehir vermekle yükümlüdür. Bu mehir miktarını kadın belirler ve bu çok üst limitte parasal bir değer de olabilir. Erkek, karısının, çocuklarının masrafını karşılayacak, yuvayı kuracak, evini geçindirecek, kirasını verecek, mehir verecek, kısaca mali külfeti yüklenecektir. Erkek babasından kendisine kalan mirası aileyle paylaşacaktır. Kadın ise babasından kendisine kalan mirası sadece kendi özel harcamalarına ayıracaktır. Bu nedenle de İslam fıkhı özel sorumluluk alanını belirleyip erkeğe daha çok miras ayırmıştır. Ancak bazı hallerde mirasın çoğunu kadın alabilmektedir. Babanın ölümünden önce, mağdur olacağına inandığı kızına dilediği kadar para verebileceğini de belirtelim. Daha önce de belirttiğim gibi, bu yazı bu iki ayetle ilgili bir tahlildir. Yoksa kimin nasıl şahit tutacağı veya mirasını nasıl paylaşacağı ile ilgili bir değerlendirme değildir. (NOT: Önümüzdeki hafta kadınlarla ilgili hadisleri ele alacağım.)