29 Mayıs 2009
PEYGAMBERİMİZİN evlilikleri zaman zaman soruluyor. Bu konu hakkında bilen de bilmeyen de fikir yürütüp yorumlarda bulunabiliyor. Aslında ülkemizdeki en büyük sıkıntılardan birisi budur. Her konuda bilse de bilmese de herkes ahkám kesecek kadar kendisini yetkin kabul ediyor.
Uzmanlığa saygı duyulmuyor. Kutsallar hafife alınıyor. Bilimsellikten uzaklaşılıp alternatif ve ama aynı zamanda uyduruk olan çözümlerde çıkış yolları aranabiliyor. Din konusunda da, tıp konusunda da, mühendislik konusunda da durum bu. Peygamberimiz çok evlenmiştir, doğrudur. Ama çok evlilik Hz. Peygamber’den önce gelen bir gelenekti. Eski Çin, Mabie, antik Mısır’da yaygın bir alışkanlıktı bu. Tevrat’ta, Hz. Davut’un -Dawid, David- yüz kadınla evlendiği yazılıdır. Hz. Süleyman’ın -Selome, Salamone- yaklaşık bin kadınla evliliği anlatılır. Hz. İbrahim’in de en az iki eşinin olduğunu biliyoruz.
Yahudilikteki sınırsız evlilik kavramı Hıristiyanlığa da aynen geçmiş kabul edilir. Bilindiği gibi İncil bu konuda bir sınır getirmemiş, bir anlamda Yahudilikteki geleneği -teorik anlamda- devam ettirmiştir. Hıristiyanlar ahkám konusunda Tevrat’ın bağlıları sayılabilir. Nitekim Katoliklerin zıddına Marunilerde çok evlilik vardır.
* * *
Hz. Peygamber henüz 25 yaşındayken kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice (40 yaş) ile evlenir. Yaklaşık 25 yıllık gençlik döneminin tümünü tek hanımla geçirir. Bu arada Mekkeliler Peygamberimize, İslam’ı tebliği bırakma karşılığında tekliflerle gelirken para, liderlik, makamın yanında genç ve güzel kızlarını da eş olarak teklif ederler. Peygamberimiz bunun karşılığında "Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bile ben bu davadan -İslam’dan- vazgeçmem. Ya başarırım ya da başı veririm. Teklifleriniz size kalsın" buyurur. Peygamberimiz, eşi Hatice vefat ettikten sonra dul bir kadın olan 55 yaşındaki Hz. Sevde ile evlenir. Peygamberimizin o dönemde yaşı 52 civarındaydı. Peygamberimizin çok evlilikleri Medine dönemine rastlar. 53-63 yaşları arasındaki döneme. Bu dönemde aldığı bütün eşler -Hz. Aişe hariç- dul ve çok çocuklu kadınlardır. Örnekleme sadedinde bir kısmının yaşını belirtelim: Hz. Zeynep B. Huzeyme, dul ve 60 yaşındadır, iki yıl sonra vefat eder. Ümmi Seleme, yaşı 65 civarında, dört çocuklu. Hz. Meymune, dul ve yaşı 60 civarında. Ümmi Habibe, 55 yaşında.
Bu evlilikler, cinsel taleplerle olan evlilikler değil, siyasi, insani ve coğrafi şartların oluşturduğu stratejik evliliklerdir. Zira Peygamberimiz, cinsel ihtiyacın daha güçlü olduğu 25-53 yaşları arasında tek ve yaşlı bir kadınla evli kalmıştır.
Eğer istese bu dönemde genç birçok kadın alabilirdi. Daha sonraki yaşlarda yaptığı evliliklerde genç hanımlar yerine daha çok dul, yaşlı ve çocuklu kadınlar almıştır. Nitekim bir Yahudi liderin kızını alınca koca bir kabile İslam’a girmiş ve sulh imzalanmıştır.
Peygamberimizin arkadaşlarına, dul ve çok çocuklu kadınlarla evliliği teşvik ettiğini biliyoruz. Zira o dönemde ekonomik imkánı olmayan birçok kadın gayri meşru şartların kurbanı olabiliyordu. Nitekim Mümtehine Suresi’nin 12. ayetinde de belirtildiği gibi, Peygamberimiz kendisinden biat alan Medine kadınlarından özellikle "zina etmemek, çocukları öldürmemek" üzerine söz alıyordu. Demek ki böyle bir problem ve sıkıntı vardı. Bu nedenle de koruma amaçlı çok evliliğe sıcak baktı.
Peygamberimiz, evlilikleriyle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le akrabalık bağı kurdu, bu vesileyle de Hz. Ali ile kızı Hz. Fatıma’yı evlendirdi. O dönemlerde evlilik, sıcak ilişki kurmanın en güçlü yoluydu.
Medineli erkekler, günlerinin en az 18 saatini Peygamberimizle paylaşır, dinlerini kendisinden bire bir öğrenirlerdi. Kadınlar bu konuda o çağdaki iletişim araçlarının yokluğu da düşünülecek olursa şanssızlardı. Bütün bilgileri kulaktan dolmaydı. Bu amaçla Peygamberimiz, kadınlar için haftada bir gün özel sohbet sözü verdi. İşte bu bağlamda Peygamberimizin eşleri, o dönemde kadınlar için birer öğretmenlik vazifesini yüklendiler.
Kadınlarla ilgili özel fıkhın tümünü kadın sahabilerin rivayetine dayandırırız. Hz. Ayşe bu konuda 2210 hadisle başı çeker. Peygamberimizin bazı eşleri, yetim kızların, düşkün ailelerin koruyucusu oldular. Bir kısmı yün örerek ailelerine katkıda bulundu. Hz. Aişe’nin Cemel olayından sonra 70 kadını himayesine alıp yetiştirdiğini biliyoruz. Hz. Aişe’nin öğrencileri müçtehit imamların öğretmeni olmuşlardır.
* * *
Daha sonraki yıllarda, diğer dinlerden veraseten gelen sınırsız evlilik sınırlanınca, Hz. Peygamber hanımlarının bir kısmından uzaklaştı. Karı-koca irtibatını kesti ama boşanmadı. Zira O’nun eşleri müminlerin anneleri sayıldığı için (Ahzab Suresi, 6, 53) başkasıyla evlenemezlerdi. Onları ortada bırakamazdı. Onların bakımlarını Hz. Peygamber hayatının sonuna kadar yüklenmeye devam etti. O ayetten sonra asla bir daha evlenmedi. Müslüman bir kişi defalarca boşanıp evlenebilme imkánına sahip olsa da bu seçenek Peygamberimize verilmemiştir. (Ahzab, 52)
Bu yazımızla Peygamberimizi savunmayı hedeflemedik. Zira O’nun böyle bir savunmaya ihtiyacı yoktur. Ancak çok evliliğin tarihi şartları içerisinde değerlendirilmesinin gerektiğini anlatmak istedim. Çünkü o dönemde bu öylesine yaygın bir gelenekti ki Medine’de veya Mekke’de bu hususta en küçük bir sızlanma göremeyiz. (Çok evliliğe İslam’ın bakışını ise başka bir yazıya bırakalım.)
SORALIM ÖĞRENELİM
3 cuma namazını kılmayanın veya üç ay eşinden uzak kalanın nikáhı düşermiş, doğru mu?
Nazlı IRMAK/İZMİT
Üç kez üst üste cuma namazı kılmayanın veya üç ay eşinden uzak kalanın nikáhı düşmez. Cuma namazı ise farzdır.
Anal ilişkiye dinimizin bakışı nedir?
Harun ÇELİK/İZMİR
İslam kadınla üreme organı dışındaki ilişkiyi şiddetle reddeder. Bunu, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaya yol açacak bir iş olarak görür. Herhangi bir cinsle fiili livatayı kabul edilmez sayar.
Evde otururken kıbleye karşı ayağımı uzatmaktan utanıyorum. Bu sakıncalı mı?
Saliha KÖKNAR/ ÇANAKKALE
Saygısızlık kastı olmaksızın ayaklarınızı kıbleye doğru uzatmanızda bir sakınca yoktur. Tabii ki bu hassasiyetiniz de saygın bir hassasiyettir. Ama bunun günahı yoktur.
Kuran-ı Kerim’de "yevm" yani gün kelimesi geçiyor. Bu bildiğimiz gün demek midir?
Cemal KİTAPÇI/ ALMANYA
Kuran-ı Kerim’deki gün kavramı rölatiftir (değişkendir). Bazı ayeti kerimelerdeki günden maksadın 24 saatlik süre olmadığını anlayabiliyoruz. Nitekim bir ayette Allah katındaki bir günün elli bin yıla denk geldiği belirtilir (Mearic Suresi).
Namaz için abdestin farz olduğunu Kuran-ı Kerim’de nerede bulabilirim.
Maide Suresi’nin 6. ayeti abdesti anlatır.
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2009
YÜCE Allah kullarına, kullarından daha merhametlidir. Daha toleranslıdır. Kulunun hata ve kusurlarını silmek için fırsatlar verir. Bazen meleklere günahları yazmayı unutturur. Halbuki dilerse azap eder. Dilerse imkán vermez. Mülk O’nun, güç O’nun, kudret O’nun.
Bizler yüce Rabbimizin merhametinden az nasipleniyoruz. İnsanların kol ve kanatlarını kırmaya çalışıyoruz. Káinat bizim çemberimizde dönsün istiyoruz. Allah için kolay olanı zor zannediyoruz. Öyle değil mi, yüce Allah herhangi bir şeye ol derse hemen oluvermez mi? Kim O’na direnebilir ki!
* * *
Biz bu dünyanın kadısı değiliz. Cennet veya cehenneme gönderme yetkisinde değiliz. Elimizde terazi de yok. Son kararı verecek terazi yüce Allah’ın katındadır. Biz ancak kanaat belirtebiliriz. O konuda da yanılma ihtimali taşırız. Kanaatimizi de "hüsn-ü niyet-olumlu bakış" noktasına taşımamızda fayda vardır.
Çünkü ahirette bizlere, "Neden insanlar hakkında karar vermediniz" sorusu sorulmayacaktır. "Neden insanları iyiye, güzele, doğruya, reşit olana çağırmadınız. Neden ’kavl-i leyyin-yumuşak söz’ ile gönül kazanmadınız, neden şerri en güzel şekilde savuşturmadınız, neden kirlenmiş yüzleri temiz sularla duru hale getirmediniz" diye sorulacaktır.
İmam Gazali’nin insanların iman durumuyla ilgili ölçüsü son derece ufuk açıcıdır. Bizler için, muhatap olduğumuz álem için o şöyle der: "Bir insanın dinin dışında olduğuna dair elimizde 99 delil var da, imanın içinde olduğuna dair bir tek delil varsa ben 99 delili bir tarafa bırakır, bir delile hükmederim. Onun mümin olduğuna karar veririm."
Makdisi’nin Tevvabun adlı eserinde anlattığı bir olay son derece ders vericidir. O şöyle anlatır: "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmek için yola çıkarken Ebu Hureyre (RA), mescidin dışında kendisini bekleyen bir kadınla karşılaşır. Kadın, Hz. Ebu Hureyre’ye yaklaşır ve bir derdini paylaşmak istediğini söyler.
İslam hadis tarihinin yüz akı olan bu sahabi, buyur der. Kadın der ki: ’Ben zina ettim. Bu zinadan hamile kaldım, çocuğumu doğurdum. Sonra da bu çocuğu boğdum. Benim için bir af ve çıkış kapısı var mıdır?’ Ebu Hureyre, son derece hiddetlenir ve kadını kovar. Kadını kovarken de, ’Benden uzak dur, senin affın olacağını düşünemiyorum’ der. Kadın ağlayarak gider.
Ebu Hureyre, olayı Peygamberimize anlatınca Hz. Peygamber rahatsız olur. Ebu Hureyre’ye, buna hakkının olmadığını, yüce Allah’ın af kapısını örtme yetkisinin kimseye ait olmadığını söyler ve ’O kadına ümidini kaybetmemesi gerektiğini söyle’ der."
Nefret makamında olmamalıyız, başkasına haram saydığımızı kendimize helal saymamalıyız.
Dinin tek sahibi gibi hareket etmemeliyiz.
Dinin geniş çemberini daraltmamalıyız.
İnsanların imanları hakkında kendimizi söz sahibi saymamalıyız, cennet hepimize yetecek kadar geniştir.
* * *
Dünyanın diğer insanlarıyla aynıyız. Onların da iki kulağı, bir burnu, iki eli var. Hz. Adem’in sureti üzerindeyiz. O zaman gelin birbirimizi damgalamayalım. Cehennem veya azaba postalamayalım. Başkasının elinden din ve iman hakkını gasp etmeyelim.
Süslü koltuğumuzda, hiçbir şey yapmadan, insanlık için kılımızı kıpırdatmadan, mazlum için gözyaşı dökmeden, "Ey Allah’ın kulları" diyen Kuran kadar çerçeveyi genişletip insan kıvamıyla káinata bakmadan Rabbin rızasını kazanamayacağımızı düşünelim.
Son olmayacak son cümle: Maalesef soğukkanlılığımızı kaybettik. Sevgi ve toleransı kefene sarıp toprağa gömdük. Dilerim mahşerden önce toprağı açıp geri çıkarırız.
SORALIM ÖĞRENELİM
Karın gurultusu (gaz) abdesti bozar mı?
Sevil BULUT/TEKİRDAĞ
Ses veya koku olmadıkça, sadece bağırsaklarda hissedilen gaz veya gurultu ile abdest bozulmaz.
Zina eden dinden çıkar mı?
Başar MUTLU/İZMİR
Bir hadiste, "Bir Müslüman imanı yerindeyken, yani imanlı olduğu halde zina etmez" tarzında bir ifade yer alır. Bundan ötürü bazı álimler, "Kişi zina ederken imanı kendisini terk eder" derler. Çünkü bu kutsi duygu ile zina bir arada bulunamazlar. Bazı álimler ise bu hadisi, gerçek bir imanla iman etmiş olsaydı, zina edemezdi tarzında değerlendirmişlerdir. Neticede; zinayı meşru saymadıkça, zina eden dinden çıkmaz. Ama büyük günah işlemiş olur.
Çocuğum için yaş günü kutlayabilir miyim?
Hatice YURDAN/İZMİT
Çocuğumuzun doğum gününde meşru dairede eğlenmek, başka kültür ve dinlere benzemeye çalışmaksızın kutlama yapmak sakıncalı değildir. Bu kültürel bir olgudur. Böyle bakmak lazım.
Cennette -girersem- eşime katlanmak zorunda mıyım?
S.KARAR/İZMİR
Öncelikle eşinizle aranızda sevgi ve anlayışın hákim olmasını dileyelim. Sorunuzun cevabına gelince: Kişi cennette istemediği hiçbir şeyle muhatap olmayacaktır. Arzuları gerçekleşecektir.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2009
ÜÇ günden beridir yurtdışındayım. Avrupa kıtasının tümünde ağaçlandırılmamış boş bir alan bulamazsınız.
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2009
HADİS kitaplarının en dikkat çekici bölümlerinden birisi "Kitabü’l Fiten" denilen bölümdür. Kitabü’l Fiten (Fitneler Kitabı), isminden de anlaşıldığı gibi uzak veya yakın gelecekte ve özellikle kıyametten önceki dönemlerde dünya coğrafyasında meydana gelecek karışıklıklar, dengesizlikler, fesat ve fitneleri konu alır. Hz. Peygamber’in (SAV) bu bölüm içinde derlenen sözleri son derece çarpıcı bilgileri kapsar. İnsanların nasıl değişeceği, dengelerin nasıl bozulacağı, sosyal bünyede nasıl tahribatlar meydana geleceği ve kıyametten önce nelerin olacağı bu hadislerde rahatça görülebiliyor. Bu hadisleri okuduğumuzda Peygamberimizin geleceğe ait bilgilerle donatıldığını ve olacak bazı olaylara işaret ettiğini görebiliriz.
Kısacası, Hz. Peygamber’in bugünün ve yarının dünyasını -en azından nasıl fesada uğrayacağı noktasında- bir kuşbakışı yaptığını bu hadisleri okuduğumda anlayabiliyorum. Yüce Allah dilediğinde peygamberlerini gelecek hakkında bilgi sahibi kılabilir.
* * *
Bu bölümünde yer alan manidar hadislerden birisi de "herc" kavramıyla ilgili hadistir. Hz. Peygamber, bu hadiste şöyle buyurur: "Kıyamete yakın dönemde şüphesiz bir herc olur." Bu sözü duyan sahabe sorar: "Ey Allah’ın Resulü, herc ne demektir?" Peygamberimiz, "Öldürmek, öldürmek, öldürmek" cevabını verir. Sahabe, "Zaten biz müşriklerle savaşıyoruz" deyince Peygamberimiz uyarısının yanlış anlaşıldığını anlar ve şöyle cevap verir:
"Herc, müşriklerle savaşmak değildir. Lakin bazınız bazınızı öldürecek, hatta adam komşusunu, amcasının oğlunu ve akrabasını öldürecektir." Peygamberimizin bu sözleri üzerine şöyle sorarlar: "Ey Allah’ın Resulü! O gün akıllarımız başımızda olduğu halde mi birbirimizi öldüreceğiz." Efendimiz cevap buyurur: "Hayır, o zamanki halkın çoğunun akılları alınacak ve akılsız birtakım düşük adamlar, o dönemlerin adamları olacaktır." (İbn Mace, Fiten hd: 3959)
Yukarıdaki hadisin benzeri olan bir başka rivayette Peygamberimiz bu kaos ve çılgınlık dönemini şöyle özetliyor: "Zaman yaklaşır, ilim noksanlaşır, şiddetli cimrilik kalplere konulur. Fitneler meydana çıkar ve herc çoğalır. Herc, katildir, insan öldürmektir." (İbn Mace, Fiten hd: 4052)
Henüz bu dönemi yaşamadığımızı ümit ederek şöyle bir soruyla devam edeyim. Bu hadise neden yer verdim. Kıyamet yakındır, kıyamet kapımızda demek için değil tabii ki, onun ne zaman olacağını ancak Yüce Allah bilir. Bizler, Kuran-ı Kerim ve sahih hadislerde belirlenmiş olan küçük ve büyük alametlerden ancak kendimize bir yol haritası çizebiliriz, ötesini Allah bilir.
Birkaç gün önce Mardin’de meydana gelen katliam üzerine bu hadisi hatırlatmak istedim. 44 insanımız hunharca katledildi. Öldürülenler içinde çocuklar vardı, hamile kadınlar vardı. Namaz için camiye toplanmış insanlar vardı. Gelin vardı, damat vardı. Köye yeni tayin edilmiş imam vardı. Tümünün şehit olduğuna inanıyorum. Çünkü günahsızlardı, çünkü mazlumlardı, çünkü iffet ve onurlarıyla nişan yapmak için bir araya gelmişlerdi. Çünkü namazdalardı.
Peki ya onları katledenler?.. Olayın sebebi, gerekçesi veya diğer teferruatı hiç önemli değil. Çünkü hiçbir gerekçe böyle bir cinayete, katliama cevaz veremez. Hiçbir din, hiçbir örf veya gelenek, hiçbir felsefe, hiçbir cinnet böyle bir katliama olur veremez. Cinnet bile, böyle bir cinnetten utanır, ar duyar, darlanır. Bu manevi bir dağılma halidir. Çökme halidir. Allah’la bağları koparma halidir.
Bu menfur olaydan sonra her birimiz oturup düşünmeliyiz. Hz. Ádem ve Hz. Havva’nın çocukları nasıl olur da birbirlerine karşı bu kadar cani, bu kadar acımasız olabilirler. Böyle bir katliam ancak bir ülke istila edildiğinde yaşanmıştır. Kadın ve çocukları ağır silahlarla tarayacak ve bombayla parçalayacaksın. Sonra erkekleri de namaz kılarken öldüreceksin. Bu kadar tasarlayarak, sinsice cinayeti kimin, hangi kimliğin işlediğinden çok hangi ruh haliyle işlendiğini anlamaya çalışıyorum. Ama imkánsız. Kavramakta zorlanıyorum.
Yapmamız gerekenler var. Hem de acil bir şekilde, içimizde gizli-saklı dolaşan cani ruhları tedavi etmek için genel anlamda bir seferberlik başlatmalıyız. TV’lerde, gazete ve kitle iletişim organlarında daha etkin bir şekilde insanımızı bilinçlendirmeliyiz. Her törenin kutsal olmadığını anlatmalıyız. Kutsal kitabı bir daha, bir daha okumalıyız. İnsan öldürmeyi meşru saymanın ilahlık taslamak anlamına geldiğini anlatmalıyız. Öldürmeye değil, yaşatmaya özendirmeliyiz. Yazımızda, çizgimizde, dizimizde, TV’mizde bunu yapmalıyız.
* * *
Dünya sakinlerinin bu katliam karşısında nasıl bir Türkiye hayal ettiğini sanırım hepimiz düşünüyoruz. Kimse bu cinayetin katillerinin kimliğini dinle özdeş sayma kolaylığına sığınmasın. Bu cinayeti işleyenlerin yakınındaki insanların, arkadaşlarının da bizlere yardımcı olmaları gerekir. Çünkü yeni faciaların önüne ancak böyle geçebiliriz. Ayrıca bu denli, kanlı egoları ıslah edemediysek milli eğitimimizden medyamıza, Diyanet’ten baba ve annelere kadar herkes kendisine düşen sorumluluğu paylaşmalıdır.
Evet, belki kıyamete daha çok var. Belki yol daha uzun. Ama Hz. Peygamber’in işaret ettiği "herc"in bir türünü yaşadığımızı apaçık görüyoruz. Öldürülenler niye öldürüldüklerini bile anlamadan hayata veda edip gittiler. Ya öldürenler, onların nasıl bir ruh haline sahip olduğunu sanıyorum hepimiz birbirimize sormaya devam edeceğiz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Cünüpken diş dolgusu yaptırılabilir mi?Utku ÇAY / ISPARTA
Cünüpken diş dolgusu yaptırmakta herhangi bir sakınca yoktur.
Cep telefonuna ezan ve Kuran-ı Kerim’i, çağrı uyarısı olarak koyuyoruz. Arandığımızda ezan okunuyor, bir sakıncası var mı?
Metin ALTAN / İZMİR
Ezan ve Kuran-ı Kerim, belli şartlarda okunması ve dinlenmesi gereken kutsal ifadelerdir. Bu nedenle de cep telefonlarına çağrı müziği olarak kullanılması doğru değildir. Çünkü telefon her ortamda çağrı alabilir. Kuran-ı Kerim ve ezanın uygun olmayan ortamlarda duyulması sakıncalıdır. Kişi isterse Kuran-ı Kerim’i telefonuna kaydeder ve uygun şekilde dinler.
Oturarak namaz kılabilir miyim?
Cemile PERDECİ / ALMANYA
Ayakta duramayan veya yerde rahatça oturamayıp rüku ve secdelerini normal şekilde yerine getiremeyen hasta veya engelliler, sandalye ve benzeri şeylere oturarak namaz kılabilirler. Namazlarını ima ile (rükuda ve secdede daha da eğilerek) kılarlar.
Hz. Ádem’in çocuklarının evliliği nasıl olmuştur?
Sevil ACARLI / SİVAS
Hz. Havva her doğumda bir erkek ve bir kız olmak üzere ikiz doğururdu. Yirmi batında (doğumda) 40 çocuk dünyaya geldi. Yüce Allah birinci batında doğanı, ikinci batında doğanla evlendirmeye müsaade ederek böylece çaprazlama evlenmelerini meşru kıldı. Çoğalmak için bu gerekiyordu. Daha sonraki peygamberlerin döneminde bu hüküm kaldırılmıştır. Bilindiği gibi helal ve haram ölçüsünü yüce Allah belirler. Şu anda böyle bir evlilik meşru değildir.
Bir cenaze için birden fazla namaz kılınır mı?
Kamil SEVİNÇ / MALATYA
Cenaze namazı bir defa kılınarak farz yerine getirilmiş olur. Ancak cenaze namazında bulunmayan kişiler, daha sonra münferit olarak aynı cenaze için namaz kılabilirler. Peygamberimiz cenaze namazında hazır bulunmadığı Ümmü Sa’d için daha sonradan cenaze namazını kılmıştır. (Tirmizi, Cenáiz, 47)
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2009
MÜSLÜMAN olmak bir nimettir. Bir ayrıcalıktır. Ama aynı zamanda bir külfettir. Sorumluluktur. Görev yüklenmektir. Örnek olmaktır. Son vahyi temsil etmektir. Muhammedi bir ahlakla ahlaklanmaktır. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır.
Toleranslı olmaktır. Başkasının hatasını çok görmemektir. Çok olan hatasını abartmamaktır. Öz çocuğuna gösterdiği toleransı başkasının evladına da göstermektir.
Beyefendi olmaktır. Kaba, haşin, sert ve incitici olmamaktır. Gerektiğinde bir gül kadar narin ve nazik ve yine gerektiğinde bir cam vazo kadar kırılgan olmaktır.
Bencil olmamaktır. Her şeyi kendisine yontanın ahlakı, Makyavelist, egoist ve çıkarcı bir çizgi çizer. Bu çizgi Müslüman’la aynı karede buluşamaz. Nefsin bencil arzularına gem vuramayan Müslüman, Kuran’ın deyimiyle "şeytanına kelepçelenmiştir".
Anlayışlı olmaktır. En basit örneğiyle, otobüste seyahat ederken, uçakta yolculuk yaparken kahkahayla gülmemeli, bağırmamalı, başkasını rahatsız etmemeli, etrafa nefret hissi vermemeli, başkasını tiksindirecek hiçbir tavır içinde olmamalıdır.
Adil olmaktır. Müslüman kendisi için istediğini başkasına da istemelidir. Kendisine uygun görmediğini başkasına reva görmemelidir. Hz. Ömer adaletini gözetmektir. Yanlış yapan, dolandırıcılık yapan kendi öz evladı bile olsa özel muamele gösterilmemelidir. Ayrıcalık tanınmamalıdır.
Düşmanın da hukukunu gözetmektir. Sevmediğini, tutmadığını, düşman gördüğünü meşru-gayri meşru her yolla sindirmemelidir. Düşmanı kendisinden emin olmayan Müslüman, El-Emin olan peygamberi temsil edemez. Müslüman, düşmanına karşı da adil olmalıdır. Onun hukukunu korumalıdır.
Haram kazanmamaktır. Helal düşünmek, helal kazanmak, helal harcamak ticarette kuşanılması gereken İslam ahlakıdır. Müslüman, kamuya, devlete veya garibana ait malı hile ve hurda yolla ucuza mal edemez. Ederse bu haram kazanç olur. Herhangi bir ihalede, mal alışverişinde, daha iyi ve temiz iş yapan insanların önünü kesmek için plan ve program yapamaz.
Sorumluluktur. Makamın hakkını vermektir. Makam, mevki ve sorumluluğu başkasının haksız kazancına merdiven yapmamaktır. Belki din, idarecilerin miras bırakmasına engel olmuyor ama bunu sınırlayacak işaretler verip işi vicdana bırakıyor. Hz. Peygamber miras bırakmamıştır. "Peygamberler miras bırakamazlar" diyerek idareciler ile sermaye ve mal biriktirme arasına (mücbir olmayan-şart olmayan) perde germiştir.
Temizliktir. İlk emirlerden biri "elbiseni temizle" olan bir dinin mensupları dışlarını, içlerini, kafalarını, hınçlarını, bencilliklerini, niyetlerini temizlemeliler. Şehirlerini, köylerini, evlerini, bahçelerini temizlemeliler. Bu kadar basit şeyler önemli mi? Evet hem de çok önemli. Çünkü dış görüntümüz, iç görüntümüzü ele veriyor. Şehirleşmemizde, altyapımızda ileri ülkeleri geçebiliyor muyuz? Hayır, çok gerideyiz. Peki niye, eksikliğimiz nerede! Onlardan daha az zeki değiliz herhalde.
Halkla eşit şartları paylaşmaktır. Halkı yoksul olan Müslüman idareciler lüks, şatafat ve debdebe içinde yaşamaz. Yaşarsa zalim bir idareci olmuş olur. Hz. Ömer, Mısır’a vali yaptığı Hz. Amr bin As’ın yaptırdığı görkemli köşkü yıktırmıştır. Bir adama tokat atan eski kabile reisi Cebele’ye kısas uygulamak istemiş ve gariban köylünün Cebele’ye tokat atmasını emretmiştir.
Medine halkının maddi yönden darboğazda olduğu kıtlık yıllarında halk yemek bulamıyor diye kuru ekmeğe talim etmiştir. Bir gün sofrasında zeytinyağı bulunduran Hz. Ömer, bir vatandaşın biz bu yağı da bulamıyoruz sözü üzerine zeytinyağını kendisine yasaklamıştır.
Müslümanlık hakkaniyet, adalet, temiz ahlak ve Kurani teraziye uymaksa bunları uygulamadan kámil Müslümanlık olamaz. Çünkü Müslümanlık başkasına vaaz ederken kendi kulağına pamuk tıkamak değildir. Kulaklar nasihat dinlemek için yaratıldı, iyi şeyler duymak için, dil iyi şeyler konuşmak için, göz iyi ve doğruyu görmek için. Ayak iyi ve temiz yola gitmek için ve nihayet eller temiz ve şaibesiz sermayeye, mazlum olan düşküne, mağdura uzanmak için yaratıldı. Hani bu organları bu amaçla kullanan, hani kulaklarının, gözünün, dilinin, ayak ve ellerinin hakkını verenler.
* * *
Hani Ya Rabbi, bu hayattan beni harama bulaştırmadan al diyen Müslüman, hani arkasını döndüğünde, en inatçı düşmanının-rakibinin arkasından gözyaşı döktüğü Müslüman. Hani eliyle, diliyle, kalbiyle, başkasına buğz-nefret etmeyen Müslüman. Ya Rabbi, bir göz açıp kapatacak bir süre zarfında bile nefsimin kucağına atma beni diyen Müslüman.
Hani Hz. Ebu Bekir sadakati, hani Hz. Ömer adaleti, hani Hz. Osman edebi, hani Hz. Ali cesareti, hani Hz. Bilal sevgisi, hani Ebu Zerr zarafeti, Hz. Aişe zekásı, hani Hz. Zeynep masumluğu. Hani nerede! O Müslüman’ı gösterin de arkasından koşayım. Peygamberimiz çağından mı geldin diyeyim de, başımı omzuna yaslayıp kokusunu içime çekeyim.
SORALIM ÖĞRENELİM
Cenaze namazının abdestsiz kılınabileceğini söyleyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Sıtkı DENİZ/MUĞLA
Cenaze namazı da şartları itibarıyla diğer namazlar gibidir. Namazlarda aranan hadesten ve necasetten taharet (yani abdestli ve gusüllü olmak ile elbisenin temiz olması), kıbleye dönmek, avret bölgesinin kapalı olması ve niyet gibi farzlar cenaze namazında da farzdır. Bu nedenle cenaze namazı abdestsiz kılınmaz.
Sadece farz namazlarını kılsam yeterli mi?
Sevde ACAR/İZMİR
Namazların sadece farzını kılan kişi namazı eda etmiş olur. Ancak farzdan önce, öğle ve akşam namazlarının sünneti ile yatsının son sünneti güçlü sünnetlerdendir.
Allah dostu kavramını açıklar mısınız?
Açlan TERZİ/İSTANBUL
Allah dostu kavramını, Allah’ın emir ve yasaklarını doğru bir şekilde öğrenip gerçek anlamda hayatına uygulayan Müslüman için kullanırız. Ayet bunu şöyle açıklar: "Bilesiniz ki Allah dostlarına (evliyalarına) korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman etmiş ve takvaya ermiş olanlardır." (Yunus, 62, 63)
Peygamberimiz ve dostları için "Hazret" kelimesini kullanıyoruz. Bu ne demektir?
Işıl CANDAN/TEKİRDAĞ
Hazret, bir övgü ifadesidir. Yüce Allah için, peygamberler ve büyük álimler için bu ifadeyi kullanmak uygun olur.
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2009
GÜNAHLARI sınıflarken "küçük" ve "büyük" günahlar diye ayrım yaparız. Buna göre bazı günahlar küçük ölçekli, bazıları ise daha büyük hacimlidir. Bu çıkarım bazı İslam álimlerince kabul görmemiştir. Onlara göre her günah büyüktür. (İsferüyini, Bekıllani, Lisveyni ve Kuşeyri gibi). Bu görüş sahiplerine hak vermek pek de kolay değildir. Çünkü Kuran-ı Kerim bu ayrıma işaret eder.
"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere sokarız" ( Nisa, 31). Kuran-ı Kerim bu bağlamda üç kavrama yer verir bir ayette. "Kebair’, ’fevahiş’ ve ’lemem’. Kebair; büyük günah, lemem; ufak tefek kusurlar, fevahiş ise çirkin işlerdir. Kuran-ı Kerim ’lemem’e daha toleranslı bakıyor. Yani hayatta işlenebilir kusurlar olarak bakar. Ama ’kebair’ ve ’fevahiş’ hususunda dikkat çekiyor. "Ama Kuran’ın zirvelediği sıfat her zamanki gibi ’takva’dır" (Necm, 32).
* * *
Peki büyük günah nedir?
Bu konuda da farklı görüşler vardır. Ama en yaygın ve kabul göreni, Kuran ve sünnette yer alan, kişinin şahsiyetini gideren ve müeyyide ile karşılaşmaya yol açan eylemler büyük günahlardandır. Peygamberimizin bir hadisi bu kapıyı aralıyor. Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi? Allah’a şirk koşmak, anne babaya karşı gelmek, yalan yere şahitlik etmek ve yalan söylemek (Buhari, Şehadet 5/261).
Tabii ki bunu da kategorileştirmeliyiz. Mesela, zina büyük günahtır. Ama mahrem olan akrabayla daha büyük günahtır veya komşunun helaliyle olanı daha büyük günahtır. Kul hakkını yemek günahtır ama yetimin hakkını yemek daha büyük günahtır. İçki haramdır ama bunu mescit gibi kutsal bir mekánda içmek daha şiddetli günahtır.
Peki, büyük günahların sayısı ne kadardır?
İbn Abben’in bir sözüne göre büyük günahlar 70’e yakındır. Ama Said b. Cübeyr’e göre de 700’e yakındır.
Büyük günahlar hangileridir?
Büyük günahları sınıflandıran İslam álimleri; 1. İmanın şartları konusunda, 2. İslam’ın şartları konusunda, 3. Helal ve haram konusunda, 4. Ahlak konusunda işlenen büyük günahlar olmak üzere dört kategori saymışlardır. Bu kategorileri göz ardı ederek büyük günahların bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
1. Allah’a ortak koşmak. Allah’ın sıfatlarının, özelliklerinin başkasında belirdiğini iddia etmek.
2. Gelecekten haber veren sahtekárlara, falcılara, sihirbazlara, káhinlere, yıldıznamecilere inanmak.
3. Allah’tan başkasına yemin etmek. Kişinin evladı, babası, annesi, hocası, üstadı üzerine yemin etmesi buna örnek olarak verilebilir.
4. İslam’ın mukaddes bildiği şeylerle alay etmek.
5. İslam’ın şartlarını yerine getirmemek.
6. Helal ve haramları kendince keyfi olarak yorumlamak.
7. Domuz eti ve murdar sayılan şeyleri tüketmek.
8. Dinin haram saydığı şeyleri yemek ve içmek.
9. Hırsızlık yapmak. Kanunun, halkın, devletin malını dolaylı veya açık yolla yemek.
10. Tefecilik yapmak. İnsanların çaresizliğini sömürmek.
11. Başkasının güçsüzlüğünü gözetleyip malına, mülküne, imkánlarına el koymak.
12. Anne ve babaya isyankár olmak. Onları çekiştirip üzmek.
13. Akrabalarla bağı-ilişkiyi kesmek.
14. Haset etmek. Emanete ihanet etmek.
15. Söz taşımak. Koğuculukta bulunmak.
16. Gıybet etmek.
17. İnsanların gönlünü kırmak.
18. Namuslu-iffetli kadına iftira atmak, dil uzatmak.
19. Kendisiyle evlenilmesi yasak olanlarla evlenmek.
20. İnsanlara küfretmek. Eşinin baba ve annesine küfretmek.
21. Ölçü ve tartıda, yani ticarette hile yapmak.
22. Halka ulaşacak hizmeti ucuz dururken pahalıya mal etmek ve bu yolla dostlarına, akrabalarına çıkar sağlamak.
23. Zina yapmak.
24. Eşcinsel ilişkiye girmek. Cinsel açıdan dengeyi bozmak anlamındaki hayatı meşrulaştırmak.
25. Ádet halindeki eşiyle yakınlaşmak.
26. Yalan söylemek. Yalan yere yemin etmek.
27. Hayvanlara işkence yapmak.
28. Küçük günahları işlemeye devam etmek.
29. Bir insanın canına kıymak.
30. İntihar etmek.
31. Rüşvet almak, vermek ve aracı olmak.
Büyük günahlar bunlardan ibaret değildir. Liste haylice uzundur. İnsaflı bir gözle bu listeye baktığımızda toplumumuzda bütün bu günahların işlendiğini görebiliyoruz. Bizler Kuran tabiriyle "lemem" ve "kebair" arasında gelgitler yaşıyoruz toplumca.
SORALIM ÖĞRENELİM
Regl günlerinde hanımıma yaklaşamaz mıyım? Böyle bir şey olsa ne yapmam lazım.
Nurullah ATAÇ/DENİZLİ
Muayyen günlerde cinsel ilişki günah sayılmıştır (Bakara, 222). Böyle bir hata yapan kişi tövbe ve istiğfar etmelidir. Ayrıca en az 5 gram değerinde sadaka dağıtılmalıdır.
Teyze ve hala çocukları evlenebilir mi?
Sibel BEZCİ/İZMİR
Kuran-ı Kerim’de kimlerle evlenilmeyeceği açıklanır (Nisa 4/24). Ayetin devamında bunların dışında kalanlar helaldir denir. Kuzenler (hala, teyze, amca, dayı çocukları) de helal olanlarıdır. Ama evlenmeden önce gerekli tıbbi testlerin yapılması uygun olur. Bilindiği gibi Peygamberimiz, kızını amca çocuğu olan Hz. Ali’yle evlendirmiştir.
Hz. Peygamberimiz ve Hz. Ali’nin resimleri yapılmış mıdır?
Ekrem DÜZGÜN/BURSA
Peygamberimizin veya herhangi bir sahabesinin resmi yapılmamıştır. Elimizde böyle bir resim yoktur. Hz. Ali’nin gerçek resmi yoktur. Hz. Ali’nin elde bulunan resmi, gönülden geçen çizgilerin káğıda yansıtılmış halidir.
Kocamdan habersiz sadaka verebilir miyim?
Zeynep YAKICI/YOZGAT
Hz. Peygamber’e gelen Hayr ismindeki bir kadın, sadaka için mücevher getirir. Peygamberimiz, eşinin haberi var mı anlamında kocası Kab’a sorar. O da haberim var deyince kabul eder. Ve fakirlere dağıtır (İbn Mac’e, Hibad 7). İslam álimleri, ufak tefek bağışlar hariç ciddi bir bağış-hayır konusunda eşin haberinin olması gerektiğini belirtmişlerdir. En güzeli bu konuyu eşinizle paylaşmanızdır.
Yazının Devamını Oku 17 Nisan 2009
DAHA annesinin rahmindeydi. Medine’ye giden genç babası geri dönemedi. Haberi geldi. Abdullah vefat etti dediler. Daha doğmadan babasız kaldı. Allah O’na babasız doğmanın ne demek olduğunu öğretmek istiyordu.
Dünyaya geldiğinde Mekke’nin sıcak iklimine dayanamayan küçük çocukların gönderildiği nispeten daha serin bölgelere gönderilmek istendi. O’na sütanne arandı. Her çocuğa birkaç sütanne talip olurken O’na kimse talip olmadı. Çünkü üstü başı çok pahalı giyeceklerle bezenmediği için yoksul görünüyordu. Babasız bir çocuğu kim, neden sayfiye yerine götürsün ki. Mekke’nin aristokrat ailelerinin çocuklarından para kazanmak varken, babasız Muhammed (s.a.v)’i kim ne yapsın ki! Daha küçükken Allah O’na kenarda unutulmanın ne demek olduğunu öğretmek istiyordu.
Hz. Halime O’nu bağrına bastı ve köyüne alıp götürdü. Şöyle düşünüyordu Sadiyeli Halime, bu çocuktan süt emzirme karşılığı para kazanamazsam bile onu en azından Mekke’nin yakıcı sıcağından kurtarmış olurum. Gözleri öylesine masum bakıyordu ki, Halime O’nu mahzun bırakmak istemiyordu. Bırakmadı da. Meğer dünyada vicdani ve insani kaygılardan ötürü insanlara el uzatanlar henüz bitmemiş. Rabbim O’na insanlığın ölmediğini öğretmek istedi.
Bir gün annesiyle beraber Medine’deki babasının mezarını ziyarete gitti. Yanlarında dadısı Ümmü Eymen vardı. Yoksul, kimsesiz, vefalı bir kadın. Ziyaret bitip de dönüş yoluna koyulduklarında "Ebva" denilen yerde genç annesi aniden rahatsızlandı. Oraya çadır kurdular. Kimsesiz, ıssız bir çöl ortasında! Ve kısa süre içinde annesi son nefesini verdi. Muhammed’ine doyamadan. O da annesini yeterince kucaklayamadan. Yaşı daha 7 civarıydı. Daha bu kadar küçükken babadan sonra annesiz kalmanın da ne demek olduğunu öğrenecekti.
Öğrendi de.
Yıllar sonra benim kalbim katıdır, ne yapayım ey Allah’ın Peygamberi diyen birine dönüp şöyle diyecektir. Hiç yetim başı okşadın mı? Yetim başı okşa da kalbindeki katılık sona ersin. Merhamete aç olan ile merhametten yoksun olanı öylesine iyi tanıyordu ki!
Amcası Ebu Talib’in evindedir. Ebu Talib yoksul bir insandı. Şerefli, izzetli ama yoksul. Bazen sofraya az yemek gelirdi. Fazlasını bulamazlardı. Bazen bir çanağın içine 2-3 kişiye yetecek yemek vardı ama o evde o tabağa el uzatan en azından 5-6 kişi olurdu. Kimse doyamazdı tam olarak. Ama kaşığını en erken çeken de o olurdu. Utanırdı. Amca çocukları aç kalırken çok yemekten utanırdı. Daha çok, ama çok küçükken sofradan aç kalkmanın ne olduğunu öğreniyordu. Aç büyüyenleri anlıyordu.
Hira’da ilk vahyi aldığında titriyordu. O an farklı duygular içindeydi. Ne olduğunu anlamaya çabalıyordu. Melek Cebrail O’nu öylesine sıkmıştı ki, bütün vücudu hálá o ağırlığı hissediyordu. Evine ulaştı ve eşi Hz. Hatice’ye beni ört dedi. İlk kez üşümeden, hastalanmadan üşüdüğünü hissetti. İlk kez korku ve heyecanla titriyordu.
İlerleyen yıllarda eşini ve amcasını üst üste kaybetti. Sırtını dayadığı iki duvar üst üste yıkıldı. Bir an Mekke’de yalnız kaldığını hissetti. Dünyadaki bütün dostların bir gün art arda gideceklerini, Yüce Rabbi’nin dışındaki dostların, dosta ebediyen dostluk edemeyeceğini bir daha anlıyordu.
Taiflilere İslam’ı anlatmak için gittiğinde örgütlenmiş gruplar tarafından taşlandı. Tebliğ yıllarının ortasındaki bu manzara O’na daha zor günlerin geleceğini hissettiriyordu. Bugün taş atanlar yarın ok ve mızrak atacaklardı.
En daraldığı yerde Miraca çıkarılarak yarası sarıldı. Yalnız olmadığını anladı O’da.
Sevdiği ve doğduğu şehir Mekke’den çıkarılmak istendi, nihayet suikasta uğramamak için Mekke’den gizlice çıktı. Vatansız, yurtsuz kalmanın ne olduğunu daha o gün bizzat yaşayarak öğrendi.
Muhteşem bir hayatı özetlemeye, karaladığım bu harf kalabalığının yetersiz olduğunu iyi biliyorum. Ama şunu da iyi biliyorum ki, Hz. Peygamber (s.a.v) 23 senenin her karesinde ilahi güç tarafından zor bir imtihandan ve çileden geçirilerek terbiye edildi. O’nun hayatının hiçbir karesi boş veya tesadüf kavramıyla değerlendirilemez. O en güzel insan hayatını özetlerken şöyle buyuruyordu: Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.
Kutlu doğum haftanızı kutluyorum.
SORALIM ÖĞRENELİM
Bir kadın ölen eşini yıkayabilir mi?
Caner Divan - İSTANBUL
Bilindiği gibi kocası ölen kadın dört ay on gün boyunca iddet gün sayar. Bu süre içinde başka bir erkekle evlenemez. İşte bu olay ölen erkekle hanımı arasında bir bağın henüz devam ettiğini gösterir. Bu nedenle de kadın ölen kocasını yıkayabilir.
Annem kendisine kefen satın aldı. Bu doğru mu?
Fatma Kışla- ÇANAKKALE
Annenizin kefen satın almasında bir sakınca yoktur. Çünkü neticede bu kefene ihtiyaç olacaktır.
Mezar yeri satın almak dinen sakıncalımıdır.
Ali Aşkın - AFYON
Mezar yeriyle ilgili bir problem varsa mezar için toprak satın alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak sırası gelen yeri satın almak yerine başkasının elinden güzel yeri satın almak suretiyle bir ayrımcılık yapmak haram olur. Bir de Hz. Ebubekir’in bir sözünü iletelim. Elinde kazma kendisine mezar hazırlamaya giden birine Hz. Ebubekir şöyle demişti: "Kendine mezar hazırlayacağına, kendini mezara hazırla."
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2009
HEPİMİZİN korkuları vardır. Ürktüğümüz, olmasın diye içimizden dualarla önünü kesmeye çalıştığımız ürküntülerimiz vardır. Bazen başarırız. Belki de takdir öyle uygun görür. Bazen bize rağmen, dualarımıza rağmen endişelerimizi aşamayız. Tabii ki bütün bu noktalarda tek sığınağımız, dualarımızda yöneleceğimiz yer ve makam yüce Rabb’imizdir. Ondan gayri kimin gücü yeter, güç yetirilemeyen şeylere.
Bu satırları okuduğumuzda hangi endişe ve korkular sakınılması gereken haklı korkulardır, hangileri ise boş endişelerdir diye düşünmüşsünüzdür. Aslında herkesin kendisine ait özel korku ve endişeleri olabilir. Bunların bir kısmı hepimiz için genel olan korkulardır. Bir kısmı ise kişiye göre değişen özel korkulardır.
* * *
Dini hayatımızla ilgili sırları belirleyen Peygamberimiz de yaşamı boyunca bazı endişelerden yüce Allah’a sığınmıştır. O, korkularından güvende olmaya, emin olmaya gayret ederdi. Bunu yaparken, "Allah’ım, falan veya filanca şeyden sana sığınırım" diyerek endişelerini sıralardı.
İşte bu haftaki yazımızda Peygamberimizin kendi sözlerinden, Allah’a sığındığı hususları paylaşmak istedim. Onun için de yukarıdaki satırları yazdım. Bakalım Efendimiz, nelerden Allah’a sığınırmış.
1- Allah’ım! Hazineleri senin kudretinde olan her türlü hayrı isterim ve hazineleri senin kudretinde olan her şerden sana sığınırım. (Hákim)
Peygamberimizin bu yalvarışı, az cümleyle çok şey anlattığı en güzel yakarışlardandır. Öyle ya, her türlü iyilik de, kötülük de yüce Allah’ın izniyle değil mi? Öyleyse bilmediğimiz her kötülükten O’na sığınmak ve sınırlarını bilmediğimiz her iyilik için de O’na yönelmek en doğru olanı değil mi? Şunu da belirtelim. Allah şerri yaratır, ama şerrin kullanılmasından razı olmaz. İyiliği de yaratır ama iyiliğin kullanılmasından razı olur.
2- Allah’ım! Kötü günden, kötü geceden, kötü saatten, kötü arkadaştan, evimin yakınındaki kötü komşudan sana sığınırım. (Tabarani)
Günün ve gecenin bizatihi kötüsü olmaz. Ama gelecek gece veya gündüzlerin hangisinin kötü şeylere gebe olduğunu sadece yüce Allah bilir. Peygamberimiz bu anlamda gece ve gündüzün şerrinden Allah’a sığınmıştır.
3- Allah’ım! Hilekár dosttan sana sığınırım. O (sözde) dost ki, bana dost bakışıyla bakar! Halbuki kalbiyle her an beni kontrol eder. Benim iyi bir iş yaptığımı görürse onu örter. Benim kötü bir işimi ve hatamı görürse hemen etrafa yayar.
Dostlar üç türlüymüş. Birincisi gerçek vefalı dost: İyi ve kötü günde yanınızda olur, siz yüceldiğinizde sevinir, düştüğünüzde üzülür. İkincisi, menfaat için yanınızda olan dosttur: Vefasızdır. Siz iyi olduğunuzda yanınızdadır, düştüğünüzde uzağınızdadır. Üçüncüsü ise yukarıdaki hadiste anlatılan dosttur: Hilekárdır, münafık ruhludur.
4- Allah’ım! Faydasız ilimden, kabul olmayan amelden, karşılık görmeyen duadan sana sığınırım. (Müslim, Zikr, 73; Ebu Davut, Vitr, 32; Nesai, Daavat, 68; Nesai, İstiaze, 13; Müsned, ibn Hibban, Hákim)
İhlas, yani takva olmazsa gerçek ilmin de, amelin de, duanın da fayda sağlaması mümkün değildir. Bir de faydasız olan ama bazılarınca ilim olarak tarif edilen sihir, kehanet ve büyücülük gibi uğraşlar vardır. Bunlardan da Allah’a sığınmak lazım.
5- Allah’ım! Fakir düşmekten, yoksulluktan, zillete düşmekten sana sığınırım. Allah’ım başkasına zulmetmekten ve başkası tarafından zulme uğramaktan da sana sığınırım. (Ebu Davut, Vitr, 32; Nesai, İstiaze, 14; İbn Mace, Dua, 3; Ahmed, Müsned, 2/305)
Hz. Peygamber, zengin değildi. Bazen üç ay boyunca evinde çorba pişmezdi. Yamalı elbise giydiği olurdu. Ama fakirliği övmezdi. Belki, başkasının hakkını yiyerek zengin olmak yerine fakirlik daha iyidir derdi. Bu nedenle de başkasına muhtaç olacak seviyedeki fakirlikten Allah’a sığınacak kadar kaçınırdı
* * *
6- Allah’ım! Beni -gözümü açıp kapatacak kadar- kısa bir an bile nefsimle baş başa bırakma. Bana verdiğin iyi şeyleri benden geri alma.
Ne kadar manidar değil mi! Yüce Rabbimizin gönderdiği elçi. Son peygamber. Ama içimizden biri. Bizim gibi, bize yakın, bizim endişelerimizi taşıyan biri. Allah’ın kulu ve elçisi. Ne kadar da açık, yalın ve temiz. Nefsinize güvenmeyin. Heva ve heveslerinize aldanmayın. Boş kuruntular peşinde koşmayın. Sonu belli olan bir hayat için kendinizi yitirmeyin. Bakın ben bile, ben Muhammed bile nefsimin kötü arzularından Allah’a sığınıyorum. Onun bu duayla anlattığı bu aslında. Sığınağını kaybetmiş, korkunç yıldırımların, şimşek ve afetlerin sağanağı altında sırılsıklam olmuş ve hatta ümidini yitirmiş çağımız insanına bundan daha güzel yol gösterici olabilir mi?
Evet, bazen insan, sislerin içinde yönünü kaybediyor. Duman gözünü bürüyor. Günahlar dengesini bozuyor. İşte o an "Allah’ım! Sana Peygamberimizin sığındığı gibi sığınırım" demekten başka çare var mı?
SORALIM ÖĞRENELİM
Cinlerden peygamber gelmiş midir?
Şerife KUTLU/MUŞ
Álimlerimizin çoğunluğuna göre cinlerden peygamber gelmemiştir. İnsanlardan gelen peygamberlere uymak cinler için de farzdı. Álimlerden sadece Kelbi ve Vahidi’nin ilettikleri bir rivayette şöyle denir: Hz. Ádem’den önce cinlere onlardan Yusuf isimli bir peygamber geldi ve cinler bu peygamberi öldürdüler. (Bedrüddin Şibli, Ahkamül Cán,54). Bu konuyla ilgili Enam Suresi’nin 130. Ayeti’ne bakılabilir.
Cennette uyku var mıdır?
Itır ŞEN/İSTANBUL
Kesin bir bilgi olmamakla beraber "Cennette ölüm ve uyku yoktur" (Keşfül hafa, 2/2868) şeklindeki rivayetten esinlenerek cennette uyku olmadığı söylenmiştir. Çünkü uyku, yorgunluk ve bir ihtiyaçtan dolayıdır. Cennette ise böyle bir ihtiyaç olmayacaktır.
Kocam, annem ve babama uğramamı yasaklıyor. Buna hakkı var mı?
Canan USLU/MERSİN
Eşinizin, baba ve annenize uğramanıza engel olma hakkı yoktur. Zira akrabalarla bağı kesmek yasaklanmıştır. Kuran, baba ve anneyi iyiliği emreder. Bu emre engel olmak büyük günahlardandır.
Ölüler mezar başındaki sözlerimizi duyarlar mı?
Ayşe TIMAR/HOLLANDA
Peygamberimiz, Bedir Savaşı’nda ölen müşriklerin başında durup, "Siz Rabb’inizin dediğinin doğruluğunu işte şimdi gördünüz" buyurdu. Sahabe, sizi duyuyorlar mı diye sorunca da şöyle cevap verdi: "Onlar, sizden daha az duyuyor değiller." Bundan dolayı álimler, ölülerin mezar başında konuşulanları duyduklarını söylerler. Sadece Hz. Ayşe bu rivayeti tartışır ve "Peygamberimiz kabirdekiler duyuyorlar demedi; biliyorlar dedi. Hadisi rivayet eden İbn Ömer yanlış duydu" der ve delil olarak Neml Suresi’nin 80. Ayeti’ni okur.
Yazının Devamını Oku