Sanatçı gözüyle çeşit çeşit kirlilik

Haberin Devamı

OKTAY Akbal’ın kendisi, “Önce Ekmekler Bozuldu” hakkında, “1946’da yayınlanan ilk kitabım. Annemin sattığı Tophane’deki evin parasıyla bastırmıştım. İki yüz liraya bin beş yüz tane. Her biri altmış kuruş. Kendim dağıtmıştım. Şehzadebaşı’ndaki tütüncü, altmış kuruş fiyatı çok görmüştü. ‘Kim alır bu paraya?’ demişti; yine de hatır için camın önüne koymuştu. Kapağını Fahir Önger çizmişti. Önce Ekmekler Bozuldu daha kalın olabilirdi, ama dergilerde çıkmış başka öyküleri, düzyazı parçalarını kitaba almamıştım. Kendime göre bir seçme yapmıştım. On sekiz, yirmi yaşlarındaki genç bir yazarlık heveslisinin duygusal seslenişleri... Tam altmış yıl önceden... Bilmem günümüz okurlarına bir şeyler duyurabilecek mi? Hiç değilse 40’lı yılların bir belgesel anısı sayılsın isterim. O, İkinci Dünya Savaşı’na girdik gireceğiz kuşkuları içinde çırpınan bir İstanbul’da yazmak, yaratmak tutkusuna da kendini kaptırmış on sekiz-yirmi yaşlarındaki bir gencin yaşantıları, düşleri, aşkları, umutları” diyordu kısaca...

Haberin Devamı

Bir “Ekşi Sözlük yazarı”nın, “toplumsal bozulmanın Türkçe’de kaleme alınmış ilk uzatma anları... Gittikçe küçülen, sandviç tadı alan ekmeklere göndermeden, gramaj olarak bozulmuş adamcıklara uzanan, seksenler öncesinde seksenler sonrasını anlatmayı başarmış bir eser...” diye toparladığı gösterişsiz ama çarpıcı övgü ise, “bilmem günümüz okurlarına bir şeyler duyurabilecek mi?” kaygısının gereksizliğini olumluyordu.

Özdemir Asaf’ın “Jüri” adlı şiirindeki sesleniş, hepsinden farklıydı; o, “gramajı bozulmuş adamcıklar”ın sayısal artışını, bir fırçanın ucundan bakarak anlatma telâşı taşıyordu: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler...”

Meselenin özü şuydu aslında:

Önce ekmekler bozulmuştu; ardından adamcıkların gramajı...
Biz beyazı ayıplamakla oyalanırken, temiz bir renk kalmayıncaya kadar kirlenmişti her şey...

Hâl böyle olunca bazıları, İzmir’in içinize çektiğiniz, (ve yukarıdaki sebeplerle) kirlenmiş havasını, “pis değildir, sistir” deyû geçiştirirken; Yusuf Kenan Bey’in tasvirini besteleyen Rıfat Bey’in hicaz şarkısını, “Sebep” tamburuna “bahane” mızrabıyla vurarak çalıyorlardı...

Haberin Devamı

“Sislendi hevâ, tarf-ı çemenzârı nem aldı
Bülbül yuvadan uçtu, gülistânı gam aldı
Bağlar bozulup bezm-i cefâ şekline girdi
Gülzâr-ı mahâbbette yine şenlik azaldı...”

Bir kısım münafık ise; sağda-solda, hiç sıkılmadan, “İzmir’e 3 yıl öncesine kadar,kükürt oranı, %1’in üzerinde olan kömürlerin giremediğini, bu tarihte anılan oranın %2.5’a kadar çıkarıldığını, ortada halk sağlığını hiçe sayan bir rant olduğunu” iddia ediyordu.

Yani farklı olarak ikinci grup, “Sonuç” tamburuna “eleştiri” mızrabıyla vuruyordu ama, aks-i sedâ çıkmıyordu...

Yazarın Tüm Yazıları