Paylaş
GAZETE ve gazeteciler için kullanılan yerleşmiş bir kalıp vardır: “Necip Türk Basını...”
Bazen abartmak, yelpazelemek, bazen de hicvetmek, dokundurmak için dile gelir, kâğıda dökülür...
Bilenler bilir, hangi anlamın yüklendiğini anlamak için de çok zorlanmaz insan.
Eğer “cuk” oturtulabilirse, sayfalar dolusu yazmanız gerekenleri “üç” kelimeyle anlatmış olursunuz.
Bu kalıbın içinden sadece bir sözcüğü çekip alırsanız, yine bilenler bilir...
Nâzım Hikmet’in Necip Fâzıl’a yazdığı ve belki de bütün dönemlerin “medya manifestosu” olarak duvarlara asılması gereken bir mektuba ulaşırsınız.
Seçimlerden önce hatırlatmak da mümkündü.
Ama sandıklar açıldıktan sonraki “kıvırma ve dönüşler”i de gözlemleyip yazmak, aşağıdaki satırları daha anlamlı hale getirecekti, bekledim...
İyi de yapmışım!
“Yeni”ye uyanan güzel memleketimin “köşe”lerine armağan olsun:
“Sevgili Necip, ismin temiz demek, necîb temiz demektir benden iyi bilirsin... Necip’i necis yapma! Sen en cihanşumûl eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolanırken vermiş bir şairsin. Cebin para para olacak diye ruhun pâre pâre olmasın... Bilirim kalemin kıvraktır, lisânın çeviktir. Bilirim üç satırda ruh üflersin kâğıda. Bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin Seddi’ni. O lisân-ı mücerred dilinle Bâb-ı Âli yokuşunun yollarını yalaman beni kahrediyor Necip.
Sevgili Necip, inandığın Allah’ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye, cami direğine çevirme... O kudretli kelimelerini üç kuruşa parselleme, üç tanesi üç kuruş etmeyecek ciğersizlere.
Sevgili Necip, elinde Sûr-u İsrâfil var, onu borazana çevirme.
Eski dostun, Nâzım...”
Paylaş