Paylaş
Annem, “…Ben hayatının sadece 30 yılını biliyorum; yarısı bile değil...” diyen torunu sayesinde, herkesin (-çevresinde ondan bir şeyler öğrenmemiş tek kişi yoktur herhalde- dediği) “babaanne”si oldu. Ardından yazdığı satırların bir bölümünde şöyle diyor Sîmten;
“…Hayattan zevk almak üzerine ihtisas yapmış gibiydi… / …Hayatının Köyceğiz, Urla ve Narlıdere’deki kısımlarında pek çok seveni oldu… / …Her gece mutlaka kitap okurdu, gözleri az gördüğünden beri büyüteçle okurdu… / …Her oyunu titizlikle oynardı, kart sayardı, ben tavlayı yavaş oynadığım için bana kızardı… / …Muazzam dikiş dikerdi… / …Futbolu çok severdi, Fenerbahçeliydi… / …Bloody Mary’yi de çok severdi, ancak onu herkes Vişne - Votka tarifi ile tanırdı… / Biz onunla, vosvosumuzla her yere giderdik. Maceradan maceraya koşan bir ikili gibiydik… / …Her şeye bir çözüm bulurdu. Pratik ve inatçıydı… / …Kim bilir benim bilmediğim neler yapardı ? (Haklıydı; giyeceği ortaokul önlüğünü dikmekle başlayan ‘kendi ayakları üzerinde durma’ tercihinin, bir yaşama biçimine dönüştüğü yıllara yetişebildi kızım…) /…Ben bir insanın kendi işini kendisinin görmesinin, kendi sorumluluğunu taşımasının, dikkatli ve özenli olmasının ne denli önemli olduğunu ondan öğrendim. Ağzından ‘feminizm’ kelimesini hiç duymadım, fakat belki de O, etiket kullanmadan, kelimelere ihtiyaç duymadan, yaptıklarıyla sessizce örnek oldu. Ben insanın, kadın erkek fark etmeksizin kafasına koyduğu her şeyi yapabileceğini ondan öğrendim… / …Babaannem Ürgün Demirkol dün aramızdan ayrıldı…”
Aziz dost Prof. Dr. Murat TUNCAY ise, Haziran 2012’de, “…şahsında, İzmir Devlet Senfoni Orkestrasının hafta sonu konserlerini kaçırmayan, tüm görmüş geçirmiş hanımefendilere…” ithafıyla yazdığı “Konserde Ölümsüzlüğe Dokunmak” İsimli dizelerinde, şunları söylüyordu, Ürgün Hanım için:
“-Burada oturun- demişler; Orada oturmuş, hanım hanımcık !... / Her türlü yapmacıklıktan uzak / Bastonunu bacaklarının arasına sıkıştırarak, Oturmuş… / Bir antik büst gibi sade, soylu ve sessiz / Haftalık konserini dinliyor teyzemiz… / Göçmen kuşlar uçuşuyor aklından / Kanatlarında eskilerden esintiler / Eski otomobil farları gibi parlayan, Geniş çerçeveli gözlüklerin ardından / Uzaklara dalgın, yakınlara süzgün / Ama hep biraz üzgün bakıyor gözleri… / Arzuladıklarıyla yaşadıkları arasında / Sıkışıp kalmış, yol yorgunu omuzları; / Müziğin iyisi, iyi geliyor / Şifalı bitki çayları gibi taze, demleme / Ömür üstüne düşünmeye…
İnce ince bütün gece yağan yağmurlar gibi tıpkı / Arınıyor insan, yükseliyor, yüceliyor / Yeniliyor hayatı anlamlı kılan insanlığını / Şöyle böyle geçiyor günler / Her gün, bir adım daha yaklaşıyor, ayrılık, gece… / Sonra düşünüyor ve gülümsüyor kendi kendine: ‘Ölmek bir şey değil canım’ diyor / ‘Hafta sonu konsere gelememek kabahat…’ / Ölümsüzlüğe uzanmanın güzelliği değilse, Nedir Sanat ?”
Annemiz Ürgün Hanım, geçen perşembe, 85 yaşında Hakka yürüdü... Ama (ailemizi onurlandıran vasiyetiyle…) Dokuz Eylül Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı'na bağışladığı bedeni, daha yıllarca tıp öğrencilerine ışık olmaya devam edecek. Biz “devr-i daim olsun” dileklerine katılıyoruz. Zira, Büyük Yunus’un deyişiyle,"ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil" diye düşünmekteyiz…
Unutmadan, Orta Asya kökenli bir sözcük olan “Ürgün”, büyük sellerden sonra kalan “küçük gölcükler” anlamına gelir. Cumhuriyet bir “sel”di. Yıkması gerekenleri yıktı, yerine bereket taşıyan alüvyonlar bıraktı. Annem, o “sel”in karakterini taşırdı. Cumhuriyetin başı sağ olsun… Bu yazı, “ölümsüzlüğe dokunan”, (bütün) “küçük gölcükler” için yazılmıştır… Onlar, buharlaşıyor gibi görünseler de, “devr-i daim” edecekler. Hiç endişeniz olmasın !
Paylaş