Paylaş
TÜYAP tarafından, 19’uncusu düzenlenen İzmir Kitap Fuarı, dün, İzmirlilere ‘gelecek bahara görüşmek üzere’ diyerek kepenklerini indirdi. Geleneğe dönüşmüş organizasyonlar, bir süre sonra, kent yaşamının ayrılmaz bir parçası oluverir. Fuar, meraklısına artık biraz da bu tadı yaşatıyor galiba. Okuyucu, sanal ortamdaki alışverişin (kapınıza kadar gelen ve indirimli) yükselen cazibesine rağmen, pazar yeri havasındaki kurgunun şölen rengindeki ayrıcalığından vazgeçemiyor. Bir diğer çekim noktası da, kitaba dokunmanın yanında, zaman zaman “yazarına da dokunabilmek” fırsatının sunulması sanırım. Bu yılki fuarda da, zengin bir imza günleri programı ve ötesinde, çok yakın dostlarımın raflara yeni çıkmış kitapları vardı. Seyahatlerim yüzünden onlara istediğim kadar vakit ayıramamış olsam da, köşemde, birkaç gün, halen İzmir’de yaşayan bu yazarları ağırlamak niyetindeyim. Fuarın, bende iz bırakmış “fener alayı”nı takdim edeceğim özetle...
İlk kitap, konusunu Osmanlı tarihinden alan (Pargalı İbrahim Paşa, Son Hazaryalı, Suların Getirdiği Padişah gibi...) romanlarıyla tanıdığımız Cahit Ülkü’ye ait. Yazar, okurlarının karşısına bu kez ilginç bir araştırmasıyla çıkıyor; “Neden Osmanlı?” Önce, (kelimesine dokunmadan) kitabın arka kapağına bir göz atalım:
“Osmanlılar, kendisinden çok daha kuvvetli sayılan onca beylikler tarihe gömülürken, nasıl olup da 600 yıl yaşayan ve önemli bir misyonu gelecek kuşaklara miras bırakabilen dünyanın en büyük ve etkin imparatorluklarından birini kurabildiler?”
Yerli ve yabancı tarihçiler Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna ilişkin çok sayıda eser vermişlerse de böyle bir sorunun yanıtını ilk kez Cahit Ülkü arıyor ve ulaşabildiği bütün kaynakları tarayarak başka araştırmalarda rastlanmayacak özgün sonuçlara ulaşıyor. Üstelik, romancı olduğundan, eserini akademik yapıt biçiminde değil, okurlarıyla karşılıklı yapılan sohbet formatında sunuyor.
İlk Osmanlıların Müslüman değil, Alevî olduklarını ileri süren Ülkü, bu tezini yadsınamaz kanıtlara dayandırıyor, ayrıca Hazar İmparatorluğu’nun ve Alevîlerin, başka araştırmalarda temas edilmeyen kuruluştaki belirleyici işlevine değiniyor. Yerli ve yabancı tarihçilerin oldukça sert eleştirdiği bu çalışmanın diğer önemli özelliği, 750 yıl öncesinin olaylarıyla günümüzün gerçekleri arasında paralellikler kurmasında. Denebilir ki bu eseri okumadan günümüzün Türkiye’sini hele hele Anadolu’yu anlamak olanaksızdır.
Ayrıca bu çalışma, tarih alanında olduğu kadar, felsefe ve düşünce alanında da ses getirecek özgün görüşler ileri sürüyor. Cahit Ülkü, ‘yalan tarihin’ de üzerine giderek, toplumdan gizlenen gerçekleri gün ışığına kavuşturuyor. Kısacası tarihsel, düşünsel ve güncel konuları bütünleyen bir çalışma, türünün şimdilik tek örneği niteliğinde...
Ülkü’nün önceki kitaplarını okumadıysanız, bu alıntı satırlardaki iddiayı yadırgayabilirsiniz. Bir sohbetimizde, “Üzerinde –olumlu ya da olumsuz- konuşulmasından başka bir beklentim yok. Tartışılması lâzım... Suskun kalınmasını dürüst bulmuyorum” dediğinde kendisine hak vermiştim; hâlâ aynı noktadayım. Ortaya atılan “tarih tezi” tartışıldıkça, eleştirildikçe, olgulaştıkça, okuyucu kendi yolunu bulup, kararını verecek kuşkusuz. Cahit Ülkü’nün bugüne kadar yazmış oldukları hakkında her şeyi söyleyebilirsiniz. Ama sanıyorum, hiçbirine “sıradan” demek mümkün olamayacaktır.
Paylaş