Festival’de “Efkâr-ı Caz…”

Konserin böyle akacağını bilemezdim !  Hele sonlara doğru, Türk cazcılarının, “edebiyatı estetiğin emrine vermekle ünlü sembolist şair” Ahmet Hâşim’i, nasıl olup da bu kadar ıskalayabilmiş bulunduklarının ıstırabıyla tutuşacağımı, hiç tahmin edemezdim…

Haberin Devamı

Öncelikle ve kocaman kocaman, “Lübnanlı şair” yazıyordu,

Rabih Lahoud (vokal) adının önünde…

Nitekim, “klâsik piyano, kompozisyon, klâsik vokal

ve caz vokal eğitimi almış olsa bile,

“şarkî bir şair” gibi söyledi “şarkı”larını…

 

Sanki Marcus Rust da ,

“…Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden /

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak…” dizelerini,

“trompet”indeki bakır rengine gizlenmiş, “şarkî bir nefesle” üfledi…

 

Piyano’daki Clemens Pötzsch’ün “ödüllü parmakları” ise,

bestelediği film ve bale müziklerindeki,

“görseli besleyen” ama görünmeyen izleri, bu konsere de taşıdı.

“…Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta /

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...” diyordu; tuşların üzerinde dolaşırken.

 

Haberin Devamı

Demian Kappenstein (davul), üstündeki “yaramaz çocuk” efektini,

(program kitapçığındaki) “…onun enstrümanı, sıradan bir davul setine kıyasla,

bulduğu hurdalar ile amaca uygun hale getirilmiş çocuk oyuncakları

ve ev eşyalarından oluşmaktadır…” tümcesinden mi alıyordu,

“yoksa o tümceye, onun bu tercihleri mi hayat veriyordu ?”

işte onu tam çıkartamadım… Sadece anlayabildiğim,

“…Sular mı yandı ? Neden tunca benziyor mermer ?” sorusunun,

“Mozambik, Ruanda, Etiyopya, Zimbabwe, Pakistan, Hindistan,

Lübnan ve Tayvan” seyahatlerinde de sorulmuş olduğuydu…

 

Yazdıklarımı yadırgamayın sakın; “Arap şiirselliği çağdaş caz ile buluşuyor” diye takdim edilen ve 24. Festival’deki bir caz konserinden (MASAA’dan) bahsediyorum… “1 Lübnanlı, 3 Alman” sanatçının, Steinway & Sons bir piyano ve Yamaha bir davul setiyle birlikte, sahnede küresel sanat yaptıkları yine genç bir geceden“ aynı zamanda…

 

“4 dilde şarkı söylüyoruz deseler de, sanki İzmir repertuvarı, uzak ara (kendini tekrarlayan) arapça tercihlere ayrılmıştı. Çünkü baskın oryantal sesler ve gırtlak terbiyesi, istisnasız bütün şarkılarda (Fransızca , Almanca ve İngilizce olanlar dahil) ön plandaydı. Rabih Lahoud’un aşk, özlem, kavuşma ve vatan özlemini konu alan şiirleri, Grubun kendi kompozisyonları ile sarmalanınca, piyano, trompet ve davulun, insan sesiyle hayli hoş uyumunu resmeden bir romantizm, tutku ve elbette hüzün karıştı geceye. 2014’te Almanya’da çıkarttıkları albümün ve o albüme adını veren parçanın Arapçası da “Afkar” zaten. Yani geceye, tek satırlık bir şiir düşürüp; “…Cibran, Hâşim ve Şirâz / Şiir-i Kâdim, Efkâr-ı Caz” dediğimde, abartılı gelmesin Size.

 

Haberin Devamı

Sıra, BİS olarak çalıp söyledikleri“Hafî” (açık olmayan, gizli, saklı) isimli şarkıya gelince, hayretim, beni yeniden konserin başına ve Bağdat doğumlu şairimiz Hâşim’e götürdü.

Zira Usta’nın, “Merdivenler”in sonunda, açık seçik,

“…Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta /

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...” demiş olması,

artık bir tesadüften fazlasıydı benim için…

Yazarın Tüm Yazıları