Caz’dan utanmak caz’ı kıskanmak

CENEVRE Gölü’nün kıyısından bakınca, avuç içi kadar suyun üstündeki uygarlığı kıskanmıştım. Yüzlerce teknenin düzenini, rengârenk ahengini, gölün ulaşımda bir su yolu olarak kullanılması basiretini ve buna rağmen temizliğini kıskanmıştım. İzmir körfezinin yalnızlığını, sahipsizliğini, başıboşluğunu ve ümitsizliğini düşünüp utanmıştım...

Haberin Devamı


Cuma akşamı da benzer duygularla ürperdim. İsviçreli sanatçıları hemen “eh işte...” sayıda sanatsever ile ağırlayan İzmirli’yi düşündüm. Ülkemin en güzel müzik mabetlerinden birinin, 30 yılın heyecanını taşıyan bir festivalde dolmayışının sebebi, belki de Cenevre gölünü yaşayan bilinçte gizliydi.
Michael Arbenz (piyano), Thomas Lahns (bas), Florian Arbenz (davul) oluşan “VEIN TRIO”, The Guardian’dan John Fordham’ın, “son on yılın Avrupa’daki en heyecan verici topluluklarından biri” olarak nitelediği bir grup. Basel merkezli topluluğun caz dinleyicileri arasında üne kavuşması, “Avrupa klâsik oda müziğinin karmaşıklığını, caz doğaçlamasının heyecanı ve enerjisiyle en sofistike şekilde harmanlayarak hem stilistik çeşitliliği hem de teknik başarıyı yakalamış olmaları”na bağlanıyor. Ben ise, konseri izledikten sonra bu değerlendirmeyi, kendi gözlüğümden, “Klazz Brothers”ın, “ezgiyi daha çok feda edip, ritim ve atonal tınıya daha çok rağbet eden hali” diye yorumladım.

Haberin Devamı


“Doğaçlama”nın, müziğin türü ne olursa olsun; her dem, “şamanik görkemin kadim gücüne dönüşü temsil ettiği”ne inananlardan olduğum için, “VEIN TRIO”nun beni etkilemesi kaçınılmazdı; öyle de oldu... Bach, Skryabin, Mozart, Çaykovski ve Beethoven gibi ustaların başyapıtlarını, onların bir “İsviçre çakısı” gibi kullanılabileceğini göstermek için doğaçlayanların sahnedeki başarısı dinlemeye değerdi. Bizim müzikte ıskaladığımız bir çeşni bu.
Sanatçıların, AASSM’deki en büyük piyangolarından biri de, “sesçiler”in Türkiye çapında greve gitmedikleri bir günde sahne almış olmalarıydı belki de... Kendi enstrümanlarındaki “özgün” stillerinin, bir araya geldiğinde merak uyandıran bir gösteriye dönüşmesinde, birbirlerini duyabiliyor olmalarını sağlayan “sound check” dakikalarının katkısı az olmasa gerek.


Nihayet, oda müziğinin cazda vücut bulan “İsviçre treni” uyumu... Kaçta kalkacaksa o saatte kalkan ritimin, bütün çevrimlerden sonra, vaadedilan saatte istasyona girmesi hayreti. Yeteneğin, usta işi bir sabırla “İsviçre peyniri”nin lezzetine dönüşmesi gibi bir şey.
Bütün bunlar, ağzınızdan eriyen bir “İsviçre çikolatası”nın hazzına ulaştırıyor sizi ki, yazının başındaki utanca bir dil çıkartıp, “amaaan boşver gitsin...” deyiveriyor insan. Halinden mutlu olan İzmirli’yi dürtüp de rahatsız etmenin ne âlemi var? Son olarak, seçtiği müziğin, sahneye bir kasketle çıkmasına fırsat verdiğini tekrar görünce, “caz’ı kıskanmayıp da ne yapacaksın?” deyiverdim kendime. Teşekkürler İKSEV! Bütün bunların kıymetini, körfezdeki “balıklar” bilmese de olur...

Yazarın Tüm Yazıları