Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Savunma Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde, 40 yıl boyunca devletin “kılcal damarlarına” sızan Fetullahçı Terör Örgütü’ne yönelik 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası yürütülen temizlik çalışmalarına dair şu rakamları vermişti:
“Başta güvenlik birimlerimiz olmak üzere FETÖ’nün 40 yıldır gizlice sızdığı kurumlarımızı büyük ölçüde örgüt mensuplarından arındırdık. 15 Temmuz’da Silahlı Kuvvetlerde görev yapan 32 bin 189 subayın 10 bin 468’i, yani yüzde 33’ü ordumuzdan atıldı. Kurmay subaylarda durum çok daha vahimdi.
Çünkü örgütün 80’li yıllardan itibaren özellikle hedefe koyduğu ve zamanla çöreklendiği yerlerin en başında harp akademileri, yani kurmaylık sistemi geliyordu. 1886 kurmay subayın 1524’ü, yani yüzde 81’i FETÖ’den ihraç edildi. Mesela Deniz Harp Akademisi’nin 1’inci ve 2’nci sınıflarında eğitim gören kursiyerin tamamının ilişiği kesildi.”
FETÖ, 40 yıl boyunca elebaşının talimatıyla eğitimde, yargıda, Emniyet’te, TSK’da, bürokraside hatta MİT’te sinsice örgütlendi. OHAL kapsamında 120 bine yakın FETÖ mensubu ihraç edildi.
KURMAY SUBAYLARIN YÜZDE 81’i FETÖ’CÜ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TSK’daki FETÖ temizliğine dair açıklaması ise çok çarpıcıydı. Bir ordunun geleceği anlamındaki kurmay subaylarda ihraç oranının yüzde 81’e ulaşması ise Türkiye’nin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını göstermesi bakımından çarpıcıydı. Biraz daha araştırınca çok daha çarpıcı bilgilere ulaştım.
TSK genelinde Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 15 Temmuz 2016 itibarıyla 1886 kurmay subay varken bugüne kadar 1524’ü yani yüzde 81’i ihraç edildi.
15 Temmuz 2016 itibarıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda (KKK) 921 kurmay subay varken bunların 720’si ihraç edildi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda (DKK) 420 kurmay subay varken bunların 346’sı ihraç edildi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda (HKK) ise toplam 545 kurmay subayın 456’sı ihraç edildi.
“ABD eski Başkanı ve yapılacak seçimlerde başkan adaylarından olan Donald Trump’a, Pennsylvania eyaletindeki kampanya etkinliği sırasında düzenlenen saldırıyı en güçlü biçimde kınıyoruz. Söz konusu suikast girişimi, aynı zamanda halkın iradesine yapılmış bir saldırıdır. Demokratik siyasete şiddet, darbe ve diğer gayrımeşru yollarla müdahale edilmesi kabul edilemez. ABD’de düzenlenecek seçimlerin huzurlu bir ortamda gerçekleşmesini temenni ediyoruz.”
Tam da ABD’nin arkasında olduğu Fetullahçı Terör Örgütü’nün giriştiği 15 Temmuz’un yıldönümüne denk gelen kınama mesajında, “ABD”, “Pensilvanya” ve “darbe” kelimelerinin geçmesi ilginç bir tesadüf olsa gerek.
ABD VE DARBE
Aslında dünyanın herhangi bir yerinde askeri darbe olduğunda gerçek fail olarak akla ilk Amerika Birleşik Devletleri gelir. ABD’nin belgelenmiş şekilde darbeler tarihindeki rolü hakkında kitaplar, belgeseller itiraflar arşivlerde tazeliğini koruyor. En son eski Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, kendisini “başka ülkelerde darbe planlamalarına yardımcı olmuş biri” olarak tanıtarak itiraflarda bulunmuştu.
ABD’NİN SUÇLARI
Türkiye ise 15 Temmuz darbe girişiminin faili olarak Fetullahçı Terör Örgütü’nün rolünden ne kadar eminse, bu vatan haini örgütü topraklarında korumaya alan ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki ABD olduğundan o kadar emin.
O gece sadece Fetullahçı Terör Örgütü değil, arkasındaki güç olan, hala onu koruyan ve kullanan Amerika Birleşik Devletleri, soykırımcı İsrail ve Almanya dahil bazı Avrupa ülkeleri yenildi.
Yunan işgali zamanında bile düşmanın el süremediği Türkiye Büyük Millet Meclisi, içimizdeki vatan haini Fetullahçı Terör Örgütü mensupları tarafından F16’dan uçaklarıyla bombalandı. Türkiye Cumhuriyeti devleti böylesine kahpe bir terör örgütüne karşı hukuk içinde kalarak mücadelesini verdi ve hala veriyor.
705 BİN KİŞİYE FETÖ’DEN İŞLEM
Vereceğim rakamlar FETÖ ile mücadelenin büyüklüğünü ve hukuki yönünü gösterecektir. Bugüne kadar 704 bin 967 kişi hakkında yasal işlem yapıldı. 357 bin 204 kişi hakkında takipsizlik kararı verildi, 263 bin 117 kişi hakkında mahkemelerin verdiği kararların dağılımı şöyle; 125 bin 435 kişi ceza alıp mahkum oldu, 104 bin 334 kişi hakkında hükmün açıklanması geri bırakıldı,104 bin 334 kişi ise beraat etti. Halen soruşturması devam eden kişi sayısı 61 bin 732, yargılaması devam eden kişi sayısı ise 22 bin 914.
Bu genel rakamları vermemin nedeni, FETÖ ile mücadelenin hukuk içinde yürütüldüğünü, suçlu ile suçsuzun ayrıldığını birilerine anlatmak için.
SAHTE MAĞDURİYET ALGISI
Oysa firari FETÖ mensupları ve onların sözcülüğüne soyunan bazı muhalefet milletvekilleri hatta parti başkanları yüzde 90’dan fazlası FETÖ mensubu olduğu delillerle ortaya çıkan KHK’lılar üzerinden bir mağduriyet algısı yaratmak istiyor.
Akşam saatlerinde arkadaşı ile eve dönerken evinin bulunduğu Ortaköy sokaklarındaki haraketlilik dikkatini çekti.
BANKAMATİK VE MARKET KUYRUĞUNDAKİLER
İstanbul’un Beşiktaş ilçesi Ortaköy semtinde öbek öbek insanların marketlerden erzak peşinde olduğunu; makarna, ekmek peşine düştüklerini, bankamatik kuyruklarına girdiklerini gördü. Kısa süre sonra Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarının darbe girişimini öğrendi ve içindeki vatan aşkı onu direnmeye itti.
Oysa o da bakkaldan bir şeyler alıp evine gitmeyi biliyordu. Ama o ne kendini ne ailesini ne de evine erzak almayı düşündü. Devletin tehlikeye düştüğünü gördü. Arkadaşıyla buluşup Ortaköy’den Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçerek coşkulu kalabalıkla FETÖ’cü vatan hainlerinin karşısına dikildi.
BATUHAN’IN SON MESAJI
15 Temmuz gecesi Boğaz Köprüsü’nün Anadolu Yakası’ndan attığı son mesajı şuydu: “Eve erzak almaya değil, devletimize sahip çıkmaya geldik.”
FETÖ’cü hainler,
Merih’in Avusturya’ya attığı iki golden sonra Türk seyircilerle birlikte yaptığı Bozkurt işareti milli şuurun bir kez daha şahlanışını sağladı. Özellikle Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in şikâyeti üzerine UEFA’nın tayin ettiği Avusturyalı müfettişin yürüttüğü soruşturmada Merih’e verilen iki maç ceza, futbolun yalnızca futbol olmadığını, sahada kaybettiğini masada kazanmaya çalışan Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü ortaya koydu. Merih’e verilen ceza aslında Türk milletine verildi.
Avrupa’nın yani Batı’nın Türkiye’ye karşı tutumu adeta tarihin tekerrür etmesi gibiydi. Elbette Türklerin tepkisi de tarihteki gibi oldu ve maçı kaybetse de Avrupa’ya karşı Türk milleti 100 yıl önce Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, mücadelesinin ve bağımsızlığının sembolü Bozkurt işareti ile ayakta duruşunu gösterdi. Batılı işgalci emperyalistlerin 100 yıl önce “Bozkurt” olarak tanımladıkları Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi bugün de yurtiçinde, satılmış, işbirlikçi, muhalefet edeyim derken bölücü terör örgütü PKK, vatan haini Fetullahçı Terör Örgütü ve emperyalist Batı ile aynı çizgide olan “Çakallar” kendisini gösterdi.
Türklerin 2 bin 200 yıllık sembolü Bozkurt işareti yapanları tıpkı Alman İçişleri Bakanı gibi “ırkçılıkla” suçlayıp yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nin sembolü olarak adlandırarak çakallıklarını gösteriyorlar.
‘BOZGUNCU VE MİKROPLAR’
Dediğim gibi Türk milleti buna yabancı değil; yani bağımsızlığın ve mücadelenin sembolü Bozkurt’a olduğu gibi yabancıların etki ajanı olmuş çakallara alışık. Mustafa Kemal Atatürk de 1927 yılında TBMM’de bizzat okuduğu NUTUK’ta buna özel olarak değinir.
Milli mücadelenin başarısı için üç kuvvet; 1-Millet, 2-Meclis, 3-Ordu dedikten sonra cepheyi de ikiye ayırır; “Görünürdeki cephe” yani dış cephe ikincisi ise “Dahili cephe” yani dış cephe.
Atatürk
Ne zaman başı sıkışsa Türklere yol gösteren bir simge olan Bozkurt, yine görevini yaptı. Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana daha açık hedef haline getirilen, son zamanlarda dozu iyice artan şekilde kriminalize edilmeye çalışılan Türk milliyetçiliğine yol gösterdi.
Merih Demiral ABD, Avrupa ve İsrail’in son zamanlarda gazeteci kılıklı yurtdışındaki besleme tetikçileri ve yurtiçindeki etki ajanları ile yaratmaya çalıştığı algı operasyonunu havaya kaldırdığı eliyle dağıtıp yeni bir uyanışa yol açtı.
Merih, sadece galibiyeti getiren golleri atmadı, emperyalist Batılı ülkelere, bölücü terör örgütü PKK ve dışarıda ve içerideki destekçilerine, vatan haini Fetullahçı Terör Örgütü’ne yani Türkiye düşmanlarına da Türk’ün mesajını taşıdı. Verilen tepkilerden anlıyoruz ki mesajı aldılar.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”
Maç sonrası galibiyeti kutlamak için Batılıların “Bozkurt” adını verdikleri, hatta bu isimle kitap yazılan, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü eşliğinde iki eliyle yaptığı Bozkurt işareti son zamanlarda “Türküm” diyemeyen, onun yerine “Türkiyeli” ya da “Türkiyeliyim” gibi ne olduğu anlaşılmayan tanımlar kullananların kalesine de attığı gol gibiydi.
Ne ilginçtir ki ülkesinde uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapan, haraç toplayan, terör örgütünün propagandasına izin veren, PKK’lıların barınmasına yasaklı olmasına rağmen sembollerine sessiz kalan Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’ın maç sonrası “Aşırı sağcı Türklerin sembollerinin stadyumlarımızda yeri yoktur. Avrupa Futbol Şampiyonası’nın ırkçılık platformu olarak kullanılması kesinlikle kabul edilemez. UEFA’nın konuyu araştırıp yaptırımları değerlendirmesini bekliyoruz” açıklaması sonrası Merih Demiral hakkında soruşturma açıldı.
DIŞİŞLERİ’NDEN SORUŞTURMAYA TEPKİ
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, UEFA’nın açtığı soruşturma için “
Kayseri’de Suriyeli bir çocuğa yine Suriyeli bir alçak tarafından yapılan saldırı üzerine yaşanan olaylar, bir ucu ülke içinde bir ucu sınır ötesinde; Suriye’de olmak üzere nasıl bir provokasyonla karşı karşıya kaldığımızı ve bundan sonra da bu ihtimalin güçlü bir risk olduğunu gösteriyor. Nitekim kısa sürede kontrol altına alınsa da olayların farklı illere yayılması ülke içinde ne tür bir zemin olduğunu gösteriyor.
SADDAM’DAN KAÇANLARA DA KAPILARI AÇTIK
Unutmamak gerekir ki ülke içindeki bu provokasyonun temelinde Suriye iç savaşından kaçarak Türkiye’ye gelen geçici sığınmacılarla ilgili sorun ve tartışmalar var. Türkiye’de son verilere göre 3.5 milyon dolayında Suriyeli ‘geçici sığınmacı’ statüsünde yaşamını sürdürüyor. 1988’de 50 bin, 1991’de 400 bin Kürt, Irak Lideri Saddam Hüseyin’in baskı ve zulmünden kaçarak sınırlarımıza dayandığında Türkiye nasıl kapılarını onlara açtıysa, Suriye’den gelenleri de misafir etmesinden doğal bir şey olamazdı.
YÜKÜ AVRUPA İLE PAYLAŞMALI
Yıllar içinde toplum ve siyasette de baskı konusuna dönüşen ve dünyada en çok geçici sığınmacı alan Türkiye’nin bu yükü fiziken Avrupa ülkeleri ile paylaşması gerekiyor. Bu anlamda Türkiye’ye tek taraflı yükümlülük getiren Geçici Kabul Anlaşması’ndan çekilerek Avrupa ülkelerine gitmek isteyenleri engelleme politikasını değiştirmesi yerinde olacaktır. Nitekim Türkiye bu konudaki tutumunu 2020 yılında esnetmiş, karayolu ile 100 binin üzerinde göçmen Yunanistan sınırları üzerinden Avrupa ülkelerine geçmişti.
Suriye topraklarında paylaşım mücadelesi veren Avrupa ülkeleri sebep oldukları iç savaşın sonuçlarını da yaşamalılar. Bu sorunun sonuçlarını doğrudan yaşamadıkları için Suriye iç savaşının çözümüne de hep uzak duruyorlar. Buna karşın Türkiye, hem Suriye’nin terörden arındırılması ve toprak bütünlüğü için her türlü fedakârlığı yaparak mücadeleyi veriyor hem de provokasyonlarla karşı karşıya kalıyor.
PKK-YPG’YE SESİNİ
Ebuseleme Gülen, darbe girişiminin bastırılması sonrası amcası FETÖ elebaşı Gülen’in Finlandiya devlet televizyonuna “Ben bilmiyorum Adil diye birisini” diye yalan söylediğini teyit eden açıklamalar yapmıştı. Ebuseleme Gülen’in FETÖ içindeki rolü ve önemi hakkında örnekler verdiği Adil Öksüz ile FETÖ elebaşının video görüntüleri de ortaya çıkmıştı.
“KULAĞIMA FISILDADIĞINIZ ŞEY”
Yeğen Gülen, amcası FETÖ elebaşının 15 Temmuz darbe girişimindeki rolüne o kadar tepkiliydi ki; bunu 2020 yılında kendisine bizzat elden verdiği mektupta şu sözlerle ifade etmişti: ”Bunca travmaya rağmen sizin (…) benim kulağıma fısıldadığınız şey uyutmuyor beni. O malum hadiseden haberiniz vardı ve engel olmadınız diye size o kadar kızgınım ki. Uyuyamıyorum.” FETÖ elebaşının 25 yıl en yakınındaki isimlerden olan Osman Şimşek de bir süre önce üstü kapalı da olsa darbe girişiminde örgütün ilişkisine dair açıklamalar yapmıştı. Geçen hafta ise FETÖ’nün medya yapılanmasındaki yöneticilerden firari örgüt üyesi Halit Esendir ortalığı karıştıran bir açıklama yaptı.
ESENDİR’İN İTİRAFI
Esendir, FETÖ elebaşı Gülen’in 15 Temmuz darbe girişiminin planlanan saatine kadar bildiğini net ve birinci ağızdan şöyle anlattı: “Hocaefendi akşam kalkışması başladığında, o gün cuma biliyorsunuz, Cuma namazından çıkmışlar Amerika’da, hocaefendi odasına geçmiş, 15 Temmuz akşamı saat 9 civarı köprü kapatılıyor, ilk haberler çıkınca uçaklar uçuruluyor. Ankara’da canlı yayında veriliyor. Hemen arkadaşlar hocaefendinin kapısını çalıyorlar hoca kaldığı iç odada. Kapıyı vuruyorlar ‘Hocam Türkiye’de darbe olmuş” diyorlar, ben orada olan şeyi birinci ağızdan söylüyorum: ‘Darbe olmuş’ diyorlar. Hocaefendi bir anda şaşırıyor. Hocaefendi gece 03.00’de olacağından bilgisi var ama Türkiye’de, orada (ABD) saat 14.30, Türkiye’de ise henüz 21.30. Hocaefendi bir anda ‘Türkiye’de saat kaç?” diye soruyor. ‘Hocam 21.30 diyorlar.’ Hocaefendi duruyor. ‘Bu saatte darbe olmaz bu bir oyun...’ diyor.”