Paylaş
Size, saygı duyduğunuz büyük bir padişahtan, Yavuz Sultan Selim’den bahsedeceğim. Bilirsiniz... Padişah bir gün sarayın bahçesinde yürürken musahibi Hasan Can’a sırtında kuvvetli bir acı hissetiğini söyler. Hasan Can, sultanın sırtında bir çıban başı bulur. Yavuz, ondan çıbanı sıkmasını ister. Hasan Can, bu emri isteksizce yerine getirirken “Saadetlu padişahım, bu bir büyük çıbandır... Zedelemek doğru değildir. Bir uygun merhem koymak gerektir” der. Gözüpek sultan, şaka yollu “Biz çelebi değiliz ki bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara baş vuralum” diyerek yanıtlar dostunu. Padişah, Hasan Can’ın tavsiyesini dinlemeyerek ertesi gün hamamda özel tellağına çıbanı iyice sıktırır. Zedelenen çıban, kısa zamanda kötüleşip köpürmeye başlar. Yara ağır bir enfeksiyona dönüşür. Padişah, hızla ilerleyen bu hastalık nedeniyle otağından çıkamaz olur. “Hasan Can, sözünde durmadık, kendimizi helak ettik” dedikten bir süre sonra da şirpençe (aslan pençesi) denen bu çıban nedeniyle hayata veda eder.
Bu olay, hepimiz için kıymetli bir kıssa niteliğinde. Çünkü bu ülkede iktidarların bir türlü kurtulamadığı bir illet var: Kendilerine zıt görüştekileri “çıban başı”; aykırı düşünceleri de “vücuda hızla yayılan cerahatli bir yara” gibi görmek! Üstelik bu yanlış teşhis yetmezmiş gibi, iktidar sahipleri son 150 yıldır hep yanlış tedaviyi seçtiler; “çıban başı”nı koparmaya; bastırıp sıkarak yarayı patlatmaya çalıştılar. Oysa bu yöntem, hiçbir zaman istedikleri sonucu getirmedi. Bunun en açık örneği, dindarlığı siyaset dışında tutmaya şartlanmış bir yapıya rağmen sizin iktidara gelmeniz değil mi? Ne acı ki, aynı etki-tepki sarmalı sizin döneminizde de sürdü. Eskiden çıban başı sayılan “komünistler”in, “irticacılar”ın, “bölücüler”in yerini, sizin döneminizde Ergenekoncular, Balyozcular, hatta “Geziciler” aldı. Toptancılık hastalığı sürerken, gerçek suçlarla ithamlar yine birbirine karıştı.
Malesef şimdi yeni bir çıbanınız daha var: Sizin tabirinizle, “paralel yapı”. Uzun zamandır askerî darbecilerin, çetelerin demokrasi önündeki son engel olduğunu dinlerken, şimdi de hakiki son engelin “paralel yapı” olduğunu öğreniyoruz. Sözcüleriniz “fark edememişiz” diyor. Bu haberi veren ben olmak istemezdim ama üzülerek söyleyeyim, bu da son olmayacak. Çünkü asıl mesele sandığınız gibi “paralel yapı” değil toplumun “çetrefil yapı”sıdır! Bize okullarda hep tek ve büyük bir millet olduğumuz, ama düşmanların bizi böldüğü anlatılsa da asla yekpare falan değildik; değiliz. Aslında 76 milyon başlı bir “çetrefil yapı”nın parçalarıyız. Bu yapının içinde farklı sınıflar; türlü inanç toplulukları ve yaşam biçimleri; farklı idealler ve farklı çıkar grupları var. İşte tüm bu gruplar siyasette layıkıyla temsil edilmedikçe, sistemde kendine yer bulmadıkça her iktidar için sorun yaratacaktır. Yani, “çıban”ın birini ezseniz, ardından bir diğeri çıkacaktır. O taktirde şahsınıza, hükümete, hatta millete karşı düzenlendiğini söylediğiniz komplodan kurtulmanın yolu, -Yavuz Sultan Selim’in yaptığı gibi- çıbanı tellaklara sıktırmak olamaz. Çözüm, acilen yaraya merhem sürmek, sonra da vücudun tamamını kapsayacak biçimde “çoğulcu ve çoksesli” bir tedaviye geçmektir. Yaramızı iyileştirmek için Hasan Can’ın tavsiyesine kulak vermek daha doğru değil mi Sayın Başbakanım?
Paylaş