Paylaş
Anadolu’da ramazan, öncesinde yapılan hazırlıklarla dahi kendini belli ederdi. Kadınlar hep birlikte yufka açar, makarna keserdi. Bazı yörelerde mahalle mahalle dolaşılarak ramazanda dağıtılması için yardım toplanırdı. Ramazan sevinçle karşılanır, örneğin Siirt’te büyük “melede ateşi” yakılır, Isparta’da camiler “tırtır” adı verilen renkli kâğıtlarla süslenirdi. Ramazan davulu, Anadolu’da kimi yörelerde “teneke çalma” şeklini almıştır. Çocuklar ramazanın başrol oyuncularındandır. Örneğin Sinop’ta ramazanın 15. gecesinde fenerlerle süslü, boş bir ahşap tekne taşıyarak şehirde dolaşma geleneğine “helesa yalesa” adı verilirdi. Tabii esas gaye, ihtiyaç sahiplerine sadaka toplanmasıydı. Bu ve benzeri âdetlere bir ölçüde günümüzde de rastlayabiliyoruz.
İFTARIN TADI
Anadolu’da ramazan mutfağı çok zengindir. Uzun uzun anlatmak gerekir. Ama şu kadarını söyleyelim: Tarhana başta olmak üzere çorbalar, tahinli olanları dahil içli pideler, ana yemekte keşkek, meyveyi ve şerbeti bir kâsede birleştiren üzüm hoşafı iftar sofralarının vazgeçilmezleri olmuştur. Elbette her yörede bunlar farklı biçimler, lezzetler ve isimler alıyordu. Örneğin yumurtalı/ıspanaklı çorba Erzurum’da; unlu gıdalardan kahke ve gerebiç Antep ile Kilis’te, cennet çöreği Sivas’ta hazır edilirdi. Isparta’da bu aya özel olarak “şakşak helvası” çıkarılırdı. Ayrıca camilerde ve tekkelerde toplu iftarlar düzenlenirdi. Elbette hangi yiyecekler yenirse yensin, iftar sofrasının değişmezi, ihtiyaç sahipleri başta olmak üzere misafirler olurdu.
ÖZEL RAMAZAN KADROSU
Eski devirlerde küçük beldelerde iyi eğitimli din görevlisi bulmak kolay değildi. Bu nedenle “ramazan hocası” tutulurdu. Bu hoca gün içinde vaaz verir, “mukabele” ile Kuran okur, gece de teravih namazını kıldırırdı. Hatta bazı yerlerde halkı sahura kaldırmak bile onun göreviydi. Osmanlı bu ihtiyacı gidermek için pratik bir yöntem geliştirmiştir. Günümüzün yüksek eğitim kurumuna denk olan medreseler recep, şaban ve ramazan aylarında tatil olurdu. Medrese öğrencileri de Anadolu’daki beldelere “stajyer” olarak gönderilir, ramazanı burada geçirirlerdi. Hem halk hizmet alırdı, hem de “aday öğretmen” deneyim kazanırdı. Öğrencilerin yemeği-konaklaması yöre halkınca karşılanır, hatta imkân olursa cebine bir miktar harçlık konurdu. Bu uygulamaya “cerre çıkmak” adı verilmiştir.
HİKÂYE VE MÜZİĞİN GÜCÜ
Uzun ramazan gecelerindeki sohbetlere bazen gezgin hikâye anlatıcıları (kıssahan, meddah) da katılırdı. Bunlar Hz. Peygamber’in hayatı başta olmak üzere din büyüklerinden bahsederdi. Anlatılanlar içinde Hz. Ali’nin, Battal Gazi’nin kahramanlık hikâyeleri olduğu gibi Kuran’a dayanan “Yusuf ile Züleyha”, tasavvufi anlama sahip “Leyla ile Mecnun” da olurdu. Ayrıca ‘ramazaniyye’ adı verilen manzum eserler okunur, bunlara bazı şehirlerde Mevlânâ’nın Mesnevi’si ve Yazıcıoğlu Mehmed’in (ö.1451) Muhammediye’si eşlik ederdi. Ramazan, cami ve tekke musikisinin de en yoğun zamanıydı: Teravih namazıyla birlikte “cumhur müezzinleri” tekbîr, salavât ve ilâhiler okurdu. Ayrıca Kadir gecesinde mevlid, mîrâciyye ve regâibiyye bölümleri okunurdu. Mardin ve Urfa gibi pek çok şehirde bu gelenekler günümüze kadar uzanır.
ZİYARET GELENEĞİ
“Kabirleri ziyaret ediniz” hadisinden hareketle ramazanın en yaygın âdetlerinden biri de gönüllerde yer etmiş isimlerin türbesini ziyaret etmektir. Batıdan doğuya Anadolu’nun her köşesine yayılmış olan ziyaretgâhlar saymakla bitmez: Bilecik’te Şeyh Edebâli, İznik’te Eşrefoğlu Rumî, Göynük’te Akşemseddin, Bolu’da Hayreddin-i Tokadî, Kastamonu’da Şabân-ı Velî, Samsun Ladik’te Seyyid Ahmed-i Kebîr, Amasya’da Kurtboğan Evliyası, Kayseri’de Burhâneddîn Tirmizî, Mardin’de Sultan Şeyhmus, Siirt Tillo’da Fakirullah... Ayrıca Yunus Emre’nin ve mürşidi Tapduk Emre’nin Eskişehir ile Manisa Kula başta olmak üzere Anadolu’da pek çok makamı vardır. Elbette bu mekânlar bir zamanlar sadece “kabir” değil, halkın manevi ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi için çeşitli fonksiyonları üstlenen dergâhlardı. Söz konusu gelenek günümüzde de farklı biçimlerde devam ediyor. Örneğin aynı zamanda müze olarak hizmet veren Konya’daki Mevlânâ ve Nevşehir’deki Hacı Bektaş-ı Veli türbeleri dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri kendine çekiyor.
Paylaş