Paylaş
Günümüzden tam 120 yıl önce, yani 15 Aralık 1893’te, Vilhelm L.P. Thomsen, Danimarka Fen ve Edebiyat Kraliyet Akademisi’nde bildirisini sunmaya hazırdı. 51 yaşındaki başarılı akademisyen, çalışkanlığı sayesinde 16 dil öğrenmişti. Ama gelin biz, bu tarihi sunumdan da eskiye gidelim.
SAVAŞTAN KEŞİFLERE
Büyük Kuzey Savaşı sırasında İsveçliler 1709’da Poltava’da Ruslardan çok ağır bir yenilgi aldı. Ruslara esir düşenlerden biri de İsveçli subay P. J. von Strahlenberg’di. Gönderildiği Sibirya’da Türkî halklar olan Tatar, Başkırd, Yakut, Çuvaş, Özbek ve Kırgızlar hakkında bilgiler topladı. 1730’daki kitabında ‘Tatar’ dillerinin Fince’yle benzerliğini ortaya koydu. Ayrıca Yenisey’de gördüğü anıt mezar taşlarından söz etti. Anayurtları saydıkları bu toprakları keşfetme çabasındaki Finler 1889’da Yenisey’deki anıtların içeriğini yayınladı. Ruslarsa aynı yıl Moğolistan’daki Orhun Nehri kıyısında büyük taş yazıtlar buldular. Finler de 1890’da bu dev kitabelerdeki yazıları kopyaladılar.
Bu tarihten itibaren Orhun Yazıtları’nı çözme yarışı başlamıştı. Bilinmeyen bir dildeki 38 işaretin her biri ayrı bir ses için miydi? Harfler soldan sağa mı, yoksa sağdan sola doğru mu yazılıydı? Rusya’daki en yetkin araştırmacı Alman asıllı Wilhelm Radloff bile bilmeceyi çözememişti. Bunu başaransa bir başka ‘Vilhelm’ oldu. Danimarkalı Vilhelm Thomsen, Orhun Yazıtları’nda tekrarlandığını fark ettiği üç kelimeye odaklandı: ‘Türk’, ‘Tengri’ ve ‘Kül Tigin’ kelimelerini doğru öngörerek yazıyı dâhiyane bir şekilde çözdü. 15 Aralık 1893’teki sunumunda kanıtladığı üzere, Orhun Yazıtları’nın sahibi olan Türklerin kendilerine ait bir alfabesi vardı! Çoktandır unutulan bu gerçek, Orhun’daki anıtların dikilmesinden 1160 yıl kadar sonra Kuzey Avrupalılar tarafından ortaya çıkarılmış oldu. Türk dilinin, medeniyetinin ve dünya tarihinin yazımında çığır açan bu gelişme, Macarlar için de önemliydi. ‘Balıkçı(!)’ Finlerden çok ‘büyük devletler kuran’ Türklerle akraba olmayı yeğleyen Macarlar, harıl harıl Türklük üzerine çalışıyordu. Onlara Rus egemenliğindeki Kırım ve Kazan Tatarlarıyla diğer Türkler de katıldı. Ancak Rusya’daki Türkologlar için Stalin dönemi felaketlerle doluydu. 30 kadar Türkolog, 1930’ların ve II. Dünya Savaşı’nın karanlık yıllarında siyasi suçlamalarla kurşuna dizildiler veya çalışma kamplarında hayatlarını kaybettiler.
GİDENLERİN HATIRASI
Kopenhag’da 1927’de ölen V. Thomsen’in adı, büyük başarısına hürmeten Ankara’da Milli Kütüphane’ye bakan caddeye verildi. Thomsen’den günümüze, başarılı Türkologların hayat hikayelerinde hep ortak bir yan var: Titizlik, ısrarla daha doğrusunu aramak ve bulgularını tekrar tekrar sorgulamak. Ne var ki onların katkılarını bile yeterli sayamayız. Çünkü akademik bulguları topluma aktarmadıkça gerçek ilerleme mümkün değil. Türkçülük, Atatürkçülük, ümmetçilik, Batıcılık; falancılık, filancılık fark etmiyor... Kolaycı sloganlarla, kaba genellemelerle, hele de hakaretlerle ortak bir dil oluşmuyor! Herkesin birbirinin alfabesini doğru okuduğu günler dileğiyle...
Paylaş