Paylaş
Sözün özü, takvim yılı, ortak yaşantımız için bir düzenleme aracıdır yalnızca. Her birimiz için asıl olansa sadece yaşadığımız andır. En hakiki takvim birimi, alıp verdiğimiz nefestir. Ya da eskilerin tabiriyle “Dem bu demdir”; her bir “dem”in kıymetini bilmek gerekir. Esas mesele, aldığımız nefesi nasıl kullandığımız, onu nasıl tükettiğimiz.
NE ZAMAN BAŞLAMALI?
Pek çoğumuz, davranışlarımızı değiştirmek, hayatımızda yeni bir adım atmak için genellikle bir “milat” belirlemeye ihtiyaç duyarız: “Bu pazartesi rejime başlıyorum... Hele şu ocakı bir geçelim... Bu yıl kararlıyım... Bayramdan sonra hallederiz...” Peki ama daha iyiye yönelmek için seçtiğimiz başlangıç tarihi, aslında hep bir erteleme çabası olmasın sakın? Oysa şimdiki zamandaki her bir an, yeni bir başlangıç fırsatı sunar insana. Her bir nefes, yeni bir hayattır. Üstelik gelecek, hiç beklenmedik koşullara gebedir. Örneğin kaçımızın aklına gelirdi bir avuç virüsün tüm dünyayı allak bullak edeceği? İyisi mi, “kendimizin daha iyi bir versiyonunu yüklemek için” hiç vakit kaybetmeyelim. Bugünden tezi yok, hemen harekete geçelim! Hem kendimiz hem de çevremiz için ne güzel bir armağandır olumsuz hallerimizi geride bırakmak. Ne demiş gönüller sultanı Yunus: “Her dem yeni doğarız / Bizden kim usanası?”
Öyleyse, daha iyiye ve güzele doğru her nefeste yeniden doğduğumuz nice anlara... Her anı değerli olan yeni sabahlara, aylara, yıllara... Her yeni nefesimiz kutlu olsun!
YILLAR BİTER, HEDEFLER BİTMEZ
“YAŞLI kişinin bütün güçleri zayıflasa da dünya sevgisi ve uzun emeller konusunda gönlü hep genç kalır...” Bu sözün sahibi olan Resulullah, bir gün sahabeyle sohbet ederken eline aldığı iki çakıl taşından birini uzağa, diğerini yakına atmış. Yanındakilere, “Bu ikisinin misali neye benzer bilir misiniz?” diye sormuş. Onlar da “Allah ve Resulü bilir” deyince, Hz. Peygamber şu cevabı vermiş: “Şu uzağa düşen taş emel, bu yakına düşen taş da eceldir.”
Şu dünyada kaç yılı geride bırakırsak bırakalım beklentilerimiz, hedeflerimiz bitmez: “Yeni evimize bir taşınsak... Torunumu bir kucağıma alsam... Bu yıl bitmeden kitabımı tamamlasam... Hele fabrikamız bir hizmete açılsın... Şu hastalığın çaresini bir bulabilsek...” Yani emellerimiz, ecelimizin ötesindedir. İyi ki de öyledir... Çünkü hedeflerimizin olması, manen sağlıklı olup hayata tutunmanın gereğidir. Ayrıca medeniyetin ilerlemesi de başka türlü mümkün değil zaten. Yüksek idealler, “emellerin ecelden” daha uzakta olması sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Maverdî, bu durumu şöyle tarif eder: “Emel ümmet için rahmettir; eğer emel olmazsa işlerin çoğu yüzüstü kalır, hayat bağları kopar.”
*
Gönül rahatlığına giden yol sadece kişisel hedeflerimizden değil aynı zamanda ortak emellerimiz için çalışmaktan geçiyor. Mesela, gelin her birlikte...
Kaynak israfına engel olalım, yoksulluk giderek büyüyen bir yara olmasın.
Hiç kimse kadın veya çocuk olduğu için şiddete, aşağılanmaya maruz kalmasın.
İnsanlar insanca yaşasın; kimse kökeninden, dilinden, inancından ötürü adaletsizliğe uğramasın.
Doğal kaynaklarımız sorumsuzca ve hızla tükenmesin.
Küçük-büyük demeden tüm mahlukatın hakkı merhametle korunsun.
İyi niyetin bir lütuf değil, bir görev olduğu bilinsin.
Nezaketin, saygının keyfe keder bir tercih değil, insanlığın temel ihtiyacı olduğu öğretilsin.
Ortak değerler yaşatılmadıkça maddi değerlerin hızla kaybolacağı hep hatırlansın...
*
Emellerimiz büyük, hayat kısa. Yıllar göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Yaptığımız her iş, yaşadığımız her bir gün ve her bir yıl daima hayırlı olsun. Atalarımızın dediği gibi: “Niyet hayır, akıbet hayır.”
Paylaş