Paylaş
Her yıl olduğu gibi yine binlerce tebrik mesajı telefondan telefona uçtu; sosyal medya ay-yıldızlı, Atatürk’lü paylaşımlarla doldu. Elbette her mutluluk, paylaştıkça büyür. Bayramlar ve özel günler, en güzel birlikte kutlanır.
*
“Birlikte” kelimesi, çok kıymetli bir kök anlama sahip. Bir olmayı, birlik olmayı, birmişçesine hissetmeyi ve davranmayı anlatır. Hatta hayat ancak iki insanın birlikteliğiyle devam edebilir. Ne var ki birlik, çoğu zaman teklik ile karıştırılır. Daha da fenası bazen “aynılık” ile. Tek tipçiler, birliği oluşturan parçaları hep aynı şekilde düşünmeye, aynı şekilde davranmaya zorlar. Oysa aynı olmadan, tek tip olmadan da birlikte olunabilir.
BİRLİKTE ÇOKLUK
İslam medeniyeti farklılıklarla birlikte yaşama anlayışını “birlikte çokluk, çoklukta birlik” biçiminde tarif etmiştir. Veya özgün söylenişiyle “vahdette kesret, kesrette vahdet”. Kuran’da tüm kainatların tek bir Yaradan’ı olduğu, sıkça dile getirilir. O, herhangi bir milletin, zümrenin, varlığın, gezegenin değil, “tüm âlemlerin Rabbidir”. Bunun yanında varlıkların çok farklı özelliklerde ve çeşit çeşit olduğu anlatılır. Kendini üstün, ayrıcalıklı görerek kibre kapılmanın, başkalarını küçük görmenin yanlışlığı vurgulanır. Ayrıca her birey, kendi davranışlarından sorumludur. Dolayısıyla kişisel bir hata veya suç, bir millete, bir kavme atfedilemez.
İDEALLER VE GERÇEKLER
Elbette bu ideallerin Müslümanlık tarihinin her döneminde aynı ölçüde yaşandığını söylemek çok zor. Örneğin Hz. Peygamber’in vefatından sadece 34 yıl sonra ilk iç savaş patlak vermiş, birliktelik derin yara almıştı bile. Bundan 25 yıl kadar sonra da devlet başkanının seçimle belirlenmesi esası ortadan kalkmış, Emevî hanedanı babadan oğula geçen saltanat sistemini egemen kılmıştır. Yani azınlığın çoğunluğa tahakkümü, böylece ete kemiğe bürünmüştür. Kavmiyetçilik, büyük tahribata yol açmıştır. İşte “birlikte çokluk, çoklukta birlik” ideali, bu ve benzeri olaylar karşısında ayrımcılığın, dışlamanın yanlışlığını hatırlatır.
*
Ne ilginçtir ki Doğu medeniyetinin yüzyıllar önce formüle ettiği “birlikte çokluk, çoklukta birlik” ilkesi, uzun bir yolculuktan sonra, 20. yüzyılın son dönemecinde Avrupa Birliği’nin de mottosu oldu: “Çeşitlilikte birlik”. Avrupa’nın farklı milletleri, bu demokratik ideal etrafında “birlik” olma iradesi ortaya koydular. Bu yolda önemli mesafeler kat ettiler. Ama gelin görün ki pek çok ideal gibi bu da uygulamaya tam anlamıyla yansımıyor. Özellikle de ırkçılığın, ayrımcılığın ve İslam düşmanlığının hızla tırmanışa geçtiği şu günlerde... Avrupa’da yolunda gitmeyen pek çok şeyin yabancılara ve göçmenlere bağlandığı şu dönemde... Ayrımcılık ve şiddet, birbirinden beslenen iki başlı bir canavar gibi. Birini durdurmadan diğerini durdurmak mümkün olmuyor.
SEVELİM, SEVİLELİM DE...
Peki ama ister Doğu’dan, ister Batı’dan gelsin, doğru uygulanamıyor diye idealler kenara mı atılmalı? Tam tersine... Pusulayı şaşırmamak için ideallere esas zor zamanlarda daha fazla sarılmak gerek. İnsanın kendinden gördüğünü, kendi anlayışına uyanları sevmesi zaten kolay. Asıl marifet, insanın “sevmediklerini bile sevebilmesi”, onların varlığına, yaşama hakkına saygı gösterebilmesi. Yunus Emre bu saygının kaynağını “72 milletin” tek bir özden yaratılmasında bulmuş: “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü”. Aynı düşüncenin eski dildeki bir başka ifadesi de “ilahi emri yücelterek tüm mahlukata şefkat/sevgi göstermektir” (et-ta’zim li emrillah, ve’ş şefkati li mahlûkillah). Sevgi, birbirini her koşulda anlamaya çalışmanın ve birlik olmanın temel malzemesi. Ama “birlikte çokluk” için “sevelim, sevilelim” demek yetmiyor. “Bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamak, samimi çaba istiyor, ısrar ve özen istiyor.
*
Başa dönecek olursak... Bayramlar ve özel günler, en güzel birlikte kutlanır. Ama daha da güzeli her günü bir bayram duygusuyla yaşamak ve yaşatmak. Cumhuriyetimiz, ortak değerlerimiz ve ideallerimiz bize senede birkaç gün değil, her gün lazım. Her günü bayram kılmak için ayrıştırıcı değil, daha fazla birleştirici olmamız lazım.
Paylaş