Paylaş
Orgeneral Gürsel, Eğitim Dairesi Başkanı Tuğgeneral Mehmet Mete ve Kurmay Yüzbaşı Sadi Kocaş zorlu bir yolcuğa çıkmışlardı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan temin edilen askeri uçağı hava şartları çok zorluyordu. 24 saati bulacak yolculukta önce Viyana’ya indiler. Oradan Almanya’ya devam ettiler. Frankfurt yerine yanlışlıkla Münih’e indiler. Stutgart’a ulaştıklarında saat vakit gece yarısını bulmuştu. Yola otomobil ile devam ettiler. Levhaları takip etmek işlerini daha da kolaylaştıracaktı. Sabaha karşı Frankfurt’a vardılar. Amerikalı mihmandar binbaşı onları orada bekliyordu. Amerikalı binbaşı o uzun bekleyişte ne düşündü bilinmez. Ancak vardıklarında Cemal Paşa çok sevinçliydi. Kocaş’a döndü: ‘Sen olmasaydın şimdi nerede olacağımızı kestiremiyorum bile’ diyerek övdü kurmay yüzbaşıyı… Yanı başındaki Mehmet Paşa bu övgüye içerlemişti. Ama belli etmedi. İstemeyerek de olsa bu methiyeyi tasdik etti.
Kocaş memnundu ama derdi başkaydı. Dört yıldan beri planladıkları ‘ihtilâl’ için bir ‘baş’ arıyordu. Bu yolculuğu da Cemal Gürsel’e açılmak için iyi bir fırsat olarak görmüştü. Yani tatbikatta filan gözü yoktu. Cemal Paşa’yı cuntalarının başına geçirmek için oradaydı. Paşaya açılmak için de fırsat kolluyordu.
Türkiye’den Almanya’ya uçakla 24 saatte varabilen, Frankfurt yerine Münih’e inen ekip darbe yaparak Türkiye’yi ‘ileri’ götürmekte kararlıydı.
Kocaş, yıllardır bu hayalin peşindeydi. Genelkurmay karargahında ilk örgütlenmesini yapmış, diğer gruplarla da temasa geçmişti. İstanbul’daki ekip onu dışlasa da o kararlıydı. Kendisine kapanan kapıları açacak anahtar olarak Cemal Paşa’yı görüyordu. Kurnaz olarak bilinirdi. Yurtdışında kendisini takip edenin Türk istihbaratından olup olmadığını anlamak için dahiyane(!) bir yöntem geliştirmişti. Kendisini takip eden kişiye yaklaşıyor ‘Saat kaç’ diye soruyordu. Kişi gayri ihtiyari olarak saatine bakarsa Türk olduğu ortaya çıkıyordu. Bu sefer de stratejinin ikinci ayağı yani ‘Sadi kaç!’ bölümü devreye giriyordu. Bu yöntemi Almanya’da da uyguladı. Gürsel ile arabadayken, Amerikalı şoför ve mihmandarın Türkçe bilip bilmediklerini de bu şekilde kontrol etti. Bilmiyorlardı. O zaman paşaya açılabilirdi. Açıldı. Paşa temkinliydi. Bilmediği bir yolculuğa çıkmak istemiyordu. Kariyerinde böyle maceralar yoktu. İktidar ile de iyi geçinmişti hep. DP’nin bakanlarından Mükerrem Sarol’un hatıralarında var. İzmir’de sıradan bir görevde iken onun vasıtasıyla Menderes’ten ‘aktif bir vazife’ istemiş, Erzurum’a atanmıştı. Hatta iktidara ‘sivil olarak hizmet etmek’ arzusunda olduğunu da dile getirmişti. O vakitler DP’den milletvekili olmak az bir şey değildi. Sonunda Kocaş’ın teklifini kabul etti. Artık darbeciler aradıkları başı bulmuştu.
Kocaş’ın hatıraları ilk kıpırdanmalardan darbeye ve sonrasına kadar birçok detaylarla dolu. Bu detaylar darbecileri anlamak ve tanımak için değerli veriler. Belki o dönemin de verdiği özgüvenle birçok detay hiç gizlenmeden bütün açıklığıyla yazılmış. Sadece Kocaş’ın değil darbeci birçok subayın hatıraları bu şekilde… Okudukça aydınlanıyor insan. Sürecin ne kadar gayri hukuki işlediği görülüyor. Askeri disipline, devlet ciddiyetine uymayan nice haller…
Netice ise facia… Darbeyi yapanlar kendi içinde bölünür. Bölünen gruplar yeni darbeler peşinde koşar. Hukuksuz yargılamalardan çıkan idamların infazı için de bin bir türlü hukuksuzlar yapılır. Orduda disiplin zinciri alt üst olur. Erken kalkan bir cunta kurar. Bu şuursuzluk böylece devam eder gider. En büyük zararı da yine ordu görecektir…
Birkaç yıl sonra Kıbrıs’ta katliamlar başlar. Ordunun ne denizden çıkarma yapma imkânı ne de havadan asker indirme kabiliyeti vardır. Türkiye seyretmekten ve ‘protesto’ etmekten başka bir şey yapamaz. Çünkü cuntaların ‘Türkiye’yi kurtarmak’ gibi çok daha önemli işleri vardır… 27 Mayıs’ı açtığı yol, işlek bir bulvara dönmüştür… Yani Sadi Kocaş gibiler hala saatine bakmakla meşguldür…
Paylaş