Paylaş
Yanında Aziz Yuhanna(Hz.Yahya), Aziz Pavlus(Hz.Yunus) ve Aziz Petrus(Hz.Şem’un Sefa) ile (hikayeleri Yasin suresinde)… Edeple gelen lütufla gidesiymiş. Nitekim vedalaşma zamanı geldi çattı. Ancak son bir tatlı, çünkü künefeseverler de haklı.. Derken çarşı içinden geçer yolumuz. Ve bir evliya çıkar karşımıza; Muhammed Delati Baba, demirciler çarşısında. Orada avludaki ağacın dibinde sırlı. Ağaçta da demir çiviler saplı. Başağrısını geçirir diyeymiş inanış. Ağaç hoşnut değilmiş fakat, çevirmişler etrafını. Bizden fatihası, diriler hakkı.. Sonra da yola revan olduk tatlı tatlı…
Bir ağaçtan bir ağaca gidermişcesine, geldik Samandağı’na, sığındık Musa ağacının gölgesine. Bir efsanedir dilden dile; hani aşağıda iki denizin buluştuğu yerde karşılaşmışlar ya Hazreti Hızır ile, sonra buraya yukarı yürümüşler ve Hz.Musa’nın asasını koyduğu yerden yeşermiş bu ulu çınar. Orada durmuşlar çünkü “ab-ı hayat” kaynarmış ayaklarının altından, asanın yeşermesi de ondan. İçtik çeşmesinden, fakir oldum 21, hanım da 18. Anladık ki sevenlerin hep birbirini genç güzel görmelerine yarayan, muhabbet şarabıymış aslolan. Güzel bir bahar günü, yeşillikler içinde neşeyle, yanda akan dere, elimizde çaylar, mübarek ağacın gölgesinde şükürle; işte ab-ı hayat bu be!
Bir sahile indik ki uzun, dalgalar coşkun, deniz çift renkli, yorulmuyor kıyıyı vurmaktan.. Burası mecma’ül bahreyn! Peki sağa mı sola mı şimdi? “Hızır a.s. ile Hz.Musa’nın buluştukları yere nasıl varırız?”.. Dondurmacı çocuk bilmiyor; babası bildi. E çocuk da öğrensin artık, yaşı gelmişti. Ve yol bizi buluşma yerine getirdi. Hızır makamı, huzur makamı… Bir beyaz kaya travertenimsi, tepe gibi, üzerine de kubbeli bir bina yapmışlar, girdik kapısından içeri. Temiz bir havası var yakılan günlüklerle tatlanan ve mekanın etrafını tavaf eder insanlar, hacılar misali. Biz de dönüyoruz şimdi, dualarımız sessiz, sanki hep yokuş aşağı.. 7 tamamlandıkta, kenarda bir mermer silindir taş beklermiş bizi; hemen yattım yere, şifa niyetine, hanım da onunla üstümü ütüledi. Şifalıdır bu taş dediğimde, bıyık altından gülümsemişti. Niyete göreymiş ya kişinin işi. O yol yorgunluğu gitti, ağrı sızı kalmadı.. Hamdolsun, taze bir güç toplandı, Urfa yolu için; çıktık…
Adı sanı bilinmez bir otobüs şirketinden bulduk yerimizi; Urfa, Cizre, Nusaybin, gidiyor araç. Biz Urfa’da ineceğiz. Gece biraz serinledi. Yerimiz en öndeydi. Şöförler, muavin.., bir de polis memuru aldık yoldan gideceği yere kadar.. Sohbet o biçim; Öyle ki bundan böyle “Güneydoğu politikasının içini dışını bilirim” diyebilirim. Sigara içmek için müsade istediler, mecbur verdik de bir şartla; içerisi kahvehane gibi dumanaltı olmayacak. Cıgara tüttürünce daha sakin kullanıyor çünkü şoför, kelle koltuktayız ne de olsa.. Sonunda konuşmaktan yoruldular. Neyse ki müzik var; ““Bagrımda bir ataş yaniy, gün geçtikçe alavlaniy, gözlerim yollarda kaliy, gelmez aşık bezirgani / Bu ataşı söndüremem, dünyayı ters döndüremem, intizarım bitmez yaram, arzuhalim bildiremem oyy”… Ve nihayet vardık menzile, belki onca türbe ziyaretinde edemediğimiz içtenlikte bir şükür duası ile. Tevekkeli değilmiş -makbul olması için- “canın buna bağlıymışcasına et duanı” diye nasihat etmeleri bazılarının…
Urfa diyor; “Hoşgeldin!” Fıratı geçtin de geldin, vardın medeniyetin beşiği Mezopotamya’ya. Sabah “makam-ı Halil İbrahim” ile başlayacak ziyaretlerimiz. Artık başbaşayız. Ancak grip de geri geldi, hem de daha kuvvetli. Eyvallah, bu pazarın malları pahalı.. Lakin yazıya devam edecek takat kalmadı. Öyleyse haftaya nasipse; Şanlıurfa, baharda 30 dereceye yakın sıcakta, kliması çalışmayan kiralık arabayla, hasta, onca türbe, makam, Göbeklitepe, Harran, yanında acılı şalgam suyu, ve baklava tadında bir yazıyla, tamamlayalım bu “Hazretlerle Balayı” dizisini de hayırlısınla… Başta tüm iştirak edenler, tebriklerini gönderenler, gönderemeyenler, sevenler, sevemeyenler, herkese selamlar.. Hep dualarımızdaydınız! Hu
Paylaş