Paylaş
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır” (Hucurat 49;13)
Buna karşın insanlık tarihinde her zaman diğer halkları sömüren, renk, ırk vs bakımından aşağı görüp köleleştiren firavuni hükümdarlıklar olmuş, olmaktadır. Ve firavuni zihniyete karşı çıkan Musa’lar da aynı şekilde hep olmuş, olacaktır.
Nitekim bir dönemin en yüksek uygarlığı kabul edilen “firavun krallığı Mısır”ın ta 5-6000 sene evvel güneyindeki Habeş(Kush) ülkesininin zengin kaynaklarını sömürmeye yeltendiğine, insanlarını esir edip köleleştirdiğine dair tarihi bilgiler mevcut. İnananlara zulmetmek gibi siyahları sömürmek de firavuni zihniyetin geleneğinde yer alıyor.
Kuş halkı(Habeşliler, Afrika boynuzunun siyahi insanları) Afrika’nın ve Dünya’nın bildiği en eski bağımsız uluslardan olmakla birlikte, bu ülkeye sonradan yakıştırılan “Habeşistan” ismi “köle ülkesi” anlamına gelmekteymiş. Keza vaktin köle pazarlarının en değerlileri bu asil, mağrur halktan ele geçenler imiş. Düşünün ki aslında Liberya ile birlikte 1. Dünya savaşı öncesi Afrika’sının firavun mirasçısı emperyalist devletler tarafından sömürgeleştirilememiş iki ülkesinden biri. Şimdiki bakiyesinin resmi adı; Etiyopya…
Tora’nın 4. kitabı “Bamidbar”ın(çölde/sayılar) 12. bölümü bize Musa a.s.’ın Allah’ın izniyle bu siyahi halktan bir eş aldığını bildiriyor. Buna karşı görüş bildiren Hz.Musa’nın kızkardeşi Hz.Miryam haddi aşması sebebiyle Allah tarafından ibret olarak beyazlık (tsaarat/cüzzam) hastalığıyla cezalandırılıyor, daha sonra cezası affediliyor.. Bu birliktelik Allah’a yönelenler ile diğer aşağılanan/sömürülen halkların kader birliği yapmalarına teşvik şeklinde yorumlanabilir fakirane. Neyse…
Habeşlileri sonra tekrar Saba Melikesi ile Hz.Süleyman’ın hikayesinde görüyoruz. Ki Habeşistan’ın selefi Saba ülkesi yüksek ihtimalle Yemen, Eritre, Etiyopya, Somali ve civarını kapsayan geniş bir coğrafya. Zengin kaynaklara sahip ve belki de Saba Melikesi Belkıs’ın Hakk dini kabul etmesinin akabinde Zion’a(Kudüs, kurtuluş ülkesi, vadedilmiş topraklar) gönderdiği altınlar(4.5 ton olduğu rivayet ediliyor) sayesinde Süleyman Mabedi olarak bilinen “Beyt’ül Makdis” tamamlanabiliyor.
İlk Habeş Kralı 1.Menelik’in(Ahmarik dilinde İbn el Hakim/Bilgenin Oğlu) Hz.Süleyman ile Belkıs’ın oğlu olduğuna inanılır. Habeş kralları bu soydan geldiklerini iddia etmişlerdir. Ve bir rivayete göre -içinde Hz.Musa’ya verilen 10 emir levhaları dahil- kutsal emanetleri barındıran kayıp ahit sandığı, Beyt’ül Makdis’in yıkılışından beri bu ülkede sırlıdır.
Biz Habeşlileri ayrıca ashabın ileri gelenlerinden, ilk ezanı okuyan (Allah’ın kulu/kölesi) Hz.Bilal Habeşi vesilesiyle biliriz. Müslümanlar’ın ilk hicreti bu ülkeye olmuştur. Ülkenin Hıristiyan Kralı Necaşi kendine sığınan Müslümanları korumuş ve dahi Hz.Peygamber’in(sav) övgüsüne mazhar olmuştur. Teslis’i(trinity/üçleme) kabul etmeyen bir Hıristiyanlık inancına sahip Necaşi ve halkının büyük kısmının, sonrasında Müslüman olduğu rivayet edilir.
Nihayet vakt-i zamanında Ermenistan’la birlikte, ilk Hıristiyanlar’ın sığındığı iki ülkeden biri olan(ve Hıristiyanlığı kabul eden ilk devletlerden olan) Etiyopya(o coğrafyadaki Aksum Krallığı), İslam’ın kara Afrika’ya yayılmasında en önemli kapılardan başlıcasıdır. Anlaşılıyor ki bu memleket binyıllar boyunca her gelen Hakk Peygamberle birlikte dinin tamamlanma sürecine eşlik etmiş, halkın ekserisi de başlarında mahir yöneticiler bulundukça vaktin kutbuna tabi olmuştu.
Lakin ahir zamanlar zordu. 16.yy başlarında, Afrika’nın Asya’ya açılan stratejik doğu kapısı konumundaki “Afrika Boynuzu” ağırlıklı olarak İslam etkisi altındayken, Portekiz donanmasının tehditleri bu coğrafyadaki dengeleri değiştirmekteydi, ki bölgenin yardımına Yavuz Sultan Selim Han koştu. Portekiz sömürgeciliğini sonlandırdı ve nihayet Kanuni Sultan Süleyman döneminde ancak kıyı şeridindeki bazı limanları kontrol eden biraz sembolik bir Habeş eyaletimiz oldu. Ama böylece bölgenin Müslüman halkı hilafet şemsiyesi altına alınmıştı.
Yıllar geçtikçe, sanayi devrimi sonrası hammadde ihtiyacını sömürgecilikten karşılamayı hak bilen Batı’nın bölgedeki emelleri depreşiyordu. Bir zamanların koca Habeş imparatorluğu artık bütünlüğünü iyice yitirmiş, gitgide İtalyan, İngiliz, Fransız etkisi altına girmekteydi. Osmanlı’nın hızla güç yitirdiği bir dönemde başa gelen Sultan Abdülhamit Han akıllı bir yöneticiydi. Habeş’le siyasi ilişkilerimizin yeniden ivme kazanması 1889’da Adis Ababa’yı başkent ilan ederek ülkenin imparatoru olan eski Şoa Kralı’nın oğlu 2.Menelik dönemine rastlar. 2.Abdülhamit Han buraya bir elçi atar. Ancak buradaki Osmanlı bayrağı pek yakında düşecek, meydan iyiden iyiye yeni çağ firavunlarına kalacaktır.
İmparator Menelik’in 1913’teki ölümünden sonra tahta geçen İslam sempatizanı oğlu Lij Yasu’yu, ülkedeki nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hıristiyanlar’ın çıkardığı ayaklanmalardan güç alarak tahttan indiren kişi, Hz.Süleyman soyundan geldiği iddia edilen Prens Makkonen’in oğlu, ülkesinde Fransız misyonerler tarafından özel olarak yetiştirilen ve imparatorun kızıyla evli “Ras Tafari Makkonen”, sonra alacağı isimle “Haile Selassie” olacaktır. 1916’da başlayan yönetimi 1975’e kadar sürdü. Bir kesim tarafından Hz.İsa’nın yeniden bedenlenmesi olarak görülen Selassie’nin hükümet döneminde ve sonrasında “Etiyopya ile birlikte tüm bölge eski günlerini mumla arar oldu” desek umarım abartmış olmayız.
Günümüzde kölelik olsun, kolonicilik olsun sömürgeci girişimler artık daha dolaylı, örtük biçimlerde devam etmektedir. Emperyalist Beyaz Batı, Afrika’nın zenginliklerine duyduğu ilgiyi asla kaybetmemiştir. İçinde bulunduğumuz post-modern sistemde, küresel kapitalist şirketler tarafından sömürülen ülke halkları, göz boyayıcı belli sadakalar dışında yurtlarının zenginliklerinden pek pay alamazlar. Firavuni Batı yönetimleri adına kendi halklarının sömürülmesinde kullanılan bir kısım seçkin yerel aile, topluluk ve az sayıda şanslı kimse dışında..
Tüm Dünya’da olduğu gibi Afrika’da da yeni Dünya düzeninden aslan payını kapmak isteyenlerin yer kavgası hararetleniyor. Doğu Afrika’nın, yani bir anlamda kadim Habeş ülkesinin, bu kıtaya nüfuz etmek isteyenler için önemi tartışılmaz. Türkiye’nin bu yıl Somali’de yurtdışındaki en büyük askeri üssünü açması, Afrika’yı Batı’ya bırakmamak için bölgedeki faaliyetlerini artıran Çin’in 10 gün önce aynı bölgedeki Cibuti’de sınırötesi ilk askeri üssünü devreye sokması tesadüf değil. Amerika başta, malum ülkelerin zaten bölgede üsleri, askeri varlıkları ve dahi desteklediği türlü yönetimler, olmadı örgütler bulunuyor. Bunlar tezgah altından birbiriyle de çatışıyor. Ve Habeş bir kez daha anahtar konumda…
Bakalım bayrak mazlumların elinde mi olacak, zalimlerin elinde mi kalacak… Dilerim doğru tarafta kalır, tarihi sicilimizden dolayı bölgede bize duyulan güveni boşa çıkartmaz, şanımıza, kültürümüze layık bir duruş sergileriz. İnanıyorum ki bizim gibi, onurlu Habeş halkı da bu bakımdan doğrunun yanında yer alma siciline sahiptir; Elindeki kaynakların farkına varır, silkinir, özgürlük yolunda bize müttefik olurlar.
Bu arada geçenlerde duyurulan şu anlamlı haberi de notlarımıza ekleyelim: Etiyopya Jeolojik Tetkik Kurumu’nun açıklamasına göre “(Dünya’nın en fakir ülkelerinden biri olan/oldurulan) Etiyopya’da yaklaşık 140 milyar lira değerinde 900 tonluk altın rezervi keşfedildi, ayrıca 360 milyon ton kömür ve yanında kıymetli taş, demir madenleri de cabası”.. Neredeyse Süleyman’ın kayıp hazinesi… Ya Ahit sandığının maneviyatıyla birleşirse! Allah nasıl isterse! Bakalım yakın gelecek nelere gebe..
Afrika ve siyah kardeşlerimize dair daha fazla ilgi ve bilgi sahibi olmamız gerektiğini düşünerek haftaya da konuyla bağlantılı bir yazı yazmayı arzuluyorum. Yukarıda kısaca bahsettiğim “İmparator Ras Tafari Makkonen Haile Selassie” ile ilintilenen Rastafari diniyle ve siyah hareketin öncüsü sayılan Marcus Garvey üzerinden neşet ettirilen “siyahların uyanış ve Afrika’ya dönüş hareketi” ile ilgili.. Selamlarımla…
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş