Paylaş
Yetkililer, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 11 Aralık Pazartesi günü Türkiye’ye yapacağı ziyarette hem Suriye, hem Kudüs konusunun gündemde olacağını söylüyor. Bu ziyaret Erdoğan’ın çağrısıyla 13 Aralık’ta olağanüstü toplanacak İslam İşbirliği Örgütü toplantısının hemen öncesinde yapılacak olması bakımından ayrıca önem taşıyor.
Bu Erdoğan ve Putin’in bu yıl içinde yedinci görüşmesi olacak. İki lider daha 22 Kasım’da (İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katılımıyla) Soçi’de Suriye'yi konuşmuşlardı. Ondan önce de 13 Kasım’da yine Soçi’de ikili görüşmüşlerdi.
Bunu niye mi hatırlatıyorum? Erdoğan, Türkiye’nin en önemli müttefiki sayılan ABD Başkanı Donald Trump ile bu yıl içinde iki defa görüştü. Bunlardan birisi Mayıs başındaki olaylı sonuçlanan görüşme, diğeri de Eylül’de Birleşmiş Milletler toplantıları çerçevesinde yapılan görüşmeydi. Sonuçları ortada. Erdoğan’ın bu yıl Putin’le yaptığı telefon görüşmelerinin sayısı ise Trump ile yaptığının birkaç katı.
Erdoğan, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı öncesi ve sonrasında itirazlarını dile getirmek için Trump ile telefonda konuşmadı, ya da zaman denk gelmedi konuşamadı, bilemiyoruz. Ama kararın hemen ardından 7 Aralık’ta resmi Yunanistan seyahati sırasında Putin ile konuşabildi ve 8 Aralık’ta da Putin’in hafta başı Türkiye’de olacağı açıklandı.
Başka açıdan bakarsanız Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile olması gereken yakın işbirliğinin misli, NATO’daki hasmı Rusya ile var.
Eğri oturup doğru konuşalım. Rus uçağının düşürülmesi ardından –Cavit Çağlar ve Nursultan Nazarbayev’in katkılarıyla- sağlanan barışla birlikte ortaya çıkan işbirliği önce 2016 yazında (15 Temmuz darbe girişiminden yalnızca beş hafta sonra) Fırat Kalkanı harekâtıyla Suriye toprağına girildi. Bu harekât ABD’nin isteksizliğine karşın sadece IŞİD değil, YPG’ye karşı da yapıldı ve Rusya’nın Suriye’deki Beşar Esad rejimi üzerine kurduğu baskıyla yapılabildi. Sonra, 2017 başında (Rusya ve İran ile) Astana süreci başladı. Bu ateşkes girişimiyle Türkiye ABD ve Batı Avrupa’dan bulamadığı siyasi çözümün parçası olma desteğini buldu. Sonra İdlib’de ateşkes gözlemciliği geldi. Diyebilirsiniz ki Türkiye bunların karşılığında Suriye’de Rusya’nın istediği gibi bir federasyona razı olabilir. Haklısınız ama Türkiye zaten bunu daha önce Irak’ta da, kendi iç işleri ve anayasal sürecidir diyerek kabul etmişti.
Erdoğan ve Putin’in görüşeceği konular arasında Rusya’nın bu yılın başlarında, 6 Nisan’da yaptığı bir önerinin de bulunması muhtemel. Rusya bu çıkışıyla eğer Doğu Kudüs bir Filistin devletine başkent olarak tanınacaksa, Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaya hazır olduğunu açıklamıştı. Üstelik Trump’ın dünya çapında tepkiye yol açan Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma açıklamasının satır aralarında dahi, bu tür yeni çözümlere kapının kapalı olmadığı görülüyordu.
İsrail’i kolunu arkaya büküp böyle bir çözüme razı edebilecek iki güç var ortada: ABD ve Rusya, ayrı ayrı ve birlikte.
Uzatmayalım. Erdoğan 13 Aralık’ta İslam Konferansının Kudüs konusunda sesini –muhtemelen Türkiye ve İran’ın istediği kadar olmasa da- yükselteceğini biliyor ama tek başına bu sesin ne ABD, ne de İsrail’i caydıramayacağının da farkında. Üstelik geçenlerde Mısır’ın devreye girmesiyle sağlanan Hamas-El Fetih anlaşmasına rağmen, Kudüs kararı sonrası başlaması muhtemel terör eylemlerinin İsrail’e Filistinlilerin üzerine daha da sertlikle gitmesi için malzeme vermesi, ABD’nin de bunu İsrail’i destekleme gerekçesi yapması muhtemel.
Diğer yandan İslam İşbirliğinin Rusya –ve tercihan Avrupa Birliği- ile koordinasyon içinde yürütülebilecek diplomatik faaliyeti, Trump’ın devirdiği masayı yeniden ve başka şekilde kurarak sadece Filistin halkı ve Kudüs’ün geleceğine makul bir çözüm zemini oluşturmakla kalmanın yanı sıra, Türkiye’yi çözüm arayışlarının önemli bir tarafı haline getirebilir.
Türkiye’nin her alanda sorunun değil, çözümün bir parçası olmasına dışarıda ve içeride o kadar ihtiyacımız var ki…
Paylaş