Paylaş
İlk defa böyle bir şey duyuyordum. Daha 15 Temmuz filan yoktu. Ama 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları açılmış, Milli Güvenlik Kurulu Fethullahçıları PKK ile aynı ölçüde tehdit sayar olmuştu.
2014’te bir Mayıs günüydü. Hasta ziyaretine gelenlerde de ciddi bir AK Parti ağırlığı vardı ve konu da buraya gelmişti. İşte yolsuzluk soruşturmaları Cemaatin tezgâhıydı, muhalefet onların peşine takıldığı için 30 Mart yerel seçimlerinde oy alamamıştı, az çok duyduğumuz söylemlerdi.
Ama bu farklıydı. AK Partili ziyaretçi, AK Partinin ağırlıklı bir ismi olan hasta yakınına “Başkanım” demişti, “Ben hayatımda mitinge katılmamıştım. Ama bu defa çoluğu çocuğu aldım, Kazlıçeşme’ye gittim, Başbakan'a sahip çıkmaya. Biliyorsunuz, benim damat Fethullahçı ama kızım Müslüman.”
Duyar duymaz kanım donmuştu ve az önce okuduğunuz soruyu sormuştum: Fethullahçı diye artık damadını Müslümandan saymıyor muydu?
“Yani benim kızım gerçek Müslüman” diye toparlamaya çalışmıştı AK Partili; “Damat seçimde Başbakan'a oy kullanmasın diye memleketine götürmeye kalktı ama o karşı çıkıp oyunu kullandı.”
Daha ortada darbe girişimi filan yokken şahit olduğum bu durumu, o zaman hala yayında olan Radikal’de 9 Mayıs günü tam da bu başlıkla anlatmıştım.
Daha o zamandan ayrım birbirini Müslüman görmemeye dek derinleşmişti; 15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşananları bir anda ortaya çıkmış bir gelişme gibi görmemek lazım.
Ama ben 5 Haziran günü Fethullahçılık suçlamasıyla tutuklanan Bülent Arınç’ın damadı Ekrem Yeter’in 8 Haziran günü “adresi belli” diyerek tahliye edilmesini duyunca birden bire bu olayı hatırladım
Bir ay kadar önce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın “epilepsi” rahatsızlığı nedeniyle tahliye edilmesini duyduğumda, yine tepki göstermiştim ama hatırlamamıştım. Demek ki zihinde bazı şeylerin birikmesi gerekiyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Yüzlerce insan ağır hastalıklarla hapisteyken” dedi, “Mahkeme hükümetin talimatıyla hareket ediyor”.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Kayırmacılık” dedi, “Almış başını yürümüş. Adalet karnesi damatların kalemiyle kapkara kesildi.”
Her iki damat da, Fethullahçıların paravan kuruluşları muamelesi gören, kapatılmış ve yargılanmakta olan kuruluşların yönetiminde yer almış.
Kavurmacı, daha birkaç sene öncesine dek, en çok kayırılan statüde, TÜSİAD’a, TOBB’a, hatta MÜSİAD’a tercih edilen TUSKON’un yönetiminde yer almış.
Yeter, Fethullahçıların tıp örgütlenmesi sayılan Uluslararası Sağlık Federasyonunun (USAF) Başkanı. İfadesinde, kendisine –belki de o zaman Arınç’ın çok daha güçlü konumda olması nedeniyle- başkanlık teklif edildiğinde, kayınpederinin kendisine “Faydalı olur” dediğini söylemiş.
Acaba başka neler söyledi de 8 Haziran’da tahliye edildi?
Öncelikle şunu söyleyelim:
1- Tutuksuz yargılanmak esastır. Ama bu herkes için geçerli olmalıdır.
2- Ciddi rahatsızlık çeken kişi hapiste tedavi göremiyorsa, dışarıda görmelidir. Ama bu da herkes için geçerli olmalıdır.
Aksi halde, ilk İsmail Saymaz demiş galiba, “Adalet mülkün damadıdır” laflarına muhatap olursunuz.
Yeter’in adresi belli diye tahliye edildiği gün Kadri Gürsel arkadaşımız bir başka mahkemenin önünde telefonundaki 92 aramanın ByLock kullanıcılarıyla yapılmış olmasını, iyi bir gazeteci titizliğiyle yanıtlıyordu. Aramaların çoğu ona yapılmış, bazıları hiç cevaplanmamıştı. Kaldı ki cevaplansa ne oldurdu? Kadri de benim gibi otuz küsur senedir gazeteci, herkesle konuşabilir.
Peki, hâkim Kadri’yi tahliye etti mi? Etmedi.
Peki, Kadri sokakta mı yaşıyor, aradığında bulunamaz birisi mi? Hayır değil. Cumhuriyet’teki diğer arkadaşlarıyla birlikte (bugün 225’inci gün) rahatı yok yere bozulana dek gayet de yerleşik bir hayatı vardı.
Kavurmacı’nın yönetiminde olduğu TUSKON Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı tehdit ederken, insanların kurban parasını Bank Asya’ya yatırdı diye takibata uğradığı günümüz Türkiye’sinde Yeter on yıldır Bank Asya ile çalıştığını, bunda da yanlış bir yan görmediğini söylemiş. Ki bunda gerçeklik payı da var; Bank Asya birkaç sene öncesine dek, tıpkı TUSKON gibi, Gazeteciler Yazarlar Vakfı gibi, ne bileyim Fatih Üniversitesi gibi “en çok kayırılan” statüdeydi.
Yani Yeter’in adresi belli de HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş göçebe çadırında mı yaşıyordu da, Yeter’i üç günde tahliye eden bağımsız Türk yargısı Demirtaş’a on ay sonraya mahkeme günü veriyor?
Dün Ahmet Hakan da sordu: Yani Ekrem Yeter’in adresi belli de, Ahmet Şık, Barbaros Muratoğlu, Oğuz Güven, Murat Sabuncu, Murat Aksoy köprü altında mı yaşıyordu da tahliye edilip tutuksuz yargılanmıyor?
Hepsinin ismini sayamıyorum, sayıları 160’ı buldu, bütün gazeteci, yazar, editör, medya çalışanı arkadaşlarımız için soruyorum bunu.
“Damat Fethullahçı, ama kızım Müslüman” denecek, “Merhamet değil adalet” denecek ama iş gelip güçlü insanların kapısına dayanınca, adaletin kılıcı işlemeyecek, öyle mi?
Sayın Adalet Bakanı, Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı: Partinizin adında “Adalet” sözcüğü var. Bunun bir anlamı da, bir kuralın bir kişiye uygulandığında, benzer durumdaki herkese uygulanması zorunluluğudur.
Madem damatlar sağlık sorunuyla, adresi belli diye üstelik gayet somut suçlamalar altındayken tahliye edilip tutuksuz yargılanabiliyor, benzer durumdaki herkes için de geçerli olmalı.
Paylaş