Murat Yetkin

Şimdi Varlık Fonu. Ya sonra?

7 Şubat 2017
Dünkü, 6 Şubat'taki Resmi Gazete'de Varlık Fonu'na devredilen kamu şirketlerinin listesini okuduğum zaman aklıma ilk gelen neydi biliyor musunuz?

Mithat Paşa. Türkiye'de tarımı kalkındırma ülküsüyle 1863'de Ziraat Bankası'nı kuran Mithat Paşa.

O Ziraat Bankası Osmanlı hanedanının imparatorluk Türkiye'sini içine soktuğu savaş yıkımına dayandı.

İşgale dayandı, Cumhuriyeti gördü. Demokrasiye geçişi, darbeleri, ülkenin 70 sente muhtaç hale getirilişini gördü. 1990'larda "görev zararı" adı altında beceriksiz hükümet politikalarının yükü taşıttırıldı ona. Ziraat Bankası yine de Türkiye'de çiftçinin yanında durdu.

Dün Varlık Fonu'na devredildi.

Varlık Fonunun 5 kişilik yönetim kurulu içinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Ekonomi Baş Danışmanı Yiğit Bulut da var.

Hükümet kararına göre, Fon Başbakan Binali Yıldırım'ın kontrolünde olacak.

Ama şu işe bakın ki, eğer Anayasa referandumunda "Evet" çıkarsa, zaten başbakanlık diye bir şey kalmayacak, bütün yürütme yetkileriyle birlikte muhtemelen bu fon da Cumhurbaşkanlığına bağlı çalışacak.

O yüzden şimdiden yönetimine Bulut'un getirilmesinin bir mantığı olduğunu kabul etmemiz lazım.

Yazının Devamını Oku

AKP’de referandum sonrası kabine değişikliği ve kongre

6 Şubat 2017
Rıdvan Dilmen’in Arda Turan’ı çağırarak sosyal medyada başlattığı “Sen de var mısın?” kampanyası önce pek sevildi.

Hatta Bakanlar bile, çağırdıkları ikinci kişinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan olmasını ihmal etmeden çağrılar yaptılar.

Onları siyaset, iş ve magazin dünyamızın başka isimleri izledi.

Ne de olsa “Evet” demek kolaydı, güvenliydi, sizi sokakta beklediğini ilan eden kabadayılar filan yoktu. Herkes Meltem Cumbul da değildi bunları göze alıp “Hayır” diyeceğini ilk açıklayan ünlü olacak.

Sonra TV sahibi yayıncı, şarkıcı Murat Boz’un çağrısına (muhtemelen bu emrivakiye sinirlendiği için) cevap vermeyince iş birden tavsadı; demek ki çağrılar cevapsız da kalabilirdi.

Uzatmayayım, işin geldiği son nokta, Başbakan Binali Yıldırım’ın 4 Şubat günü “işgüzarlık” diye o defteri kapattı.

Çünkü işin bu defa fazlasıyla ciddi olduğunu Yıldırım da görüyor, Erdoğan da.

Dün, 5 Şubat, İstanbul’da, Tarabya’daki Huber Köşkü’nde buluştular yine.

Aslında Türkiye’nin gündeminde önemli meseleler var. Mesela Suriye’de devam eden IŞİD operasyonu, mesela PKK’ya karşı başlatılacağı açıklanan devasa operasyon, mesela Yunanistan’la yaşanan gerilim, mesela Donald Trump’la geciktikçe yeni sorunlar biriktiren “ilk temas” sancısı.

Yazının Devamını Oku

CHP o milletvekilini cezalandırmalıydı

4 Şubat 2017
Dün akşam Kanal-D’de Ahmet Hakan Coşkun ile mülakatını izlediniz mi Elif Doğan Türkmen’in?

CHP Adana Milletvekili.

Önseçimle seçilip gelmiş, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na liste borcu yok.

Meclis Başkanlık Divanı üyesi yapılmış, o bir sorumluluk tabii parti adına.

Divan üyelerine –son derece yanlış bir kararla- tanınmış olan iletişim sınırsız iletişim harcaması imkânını, gerçekten sınırsızca kullanmış, 1 milyon 200 bin liralık PTT faturasıyla dikkatleri üzerine çekti.

Kanal-D yayınında “Ben yanlış bir şey yapmadım” diyordu. Devletin bir cebinden alıp diğer cebine vermişti; bunda ne kötülük vardı? Üstelik seçmene teröre karşı milli birlik ve bütünlüğü sağlama mektupları yazmıştı

Ama o arada parti propagandası yapmış olmuyor muydu?

Başbakan da, Cumhurbaşkanı da yazıyordu mektup, bakanlar da yazıyordu, onlardan hesap soran var mıydı? Onlar yazınca haber, kendisi yazınca mı suç oluyor diye soruya soruyla cevap veriyordu.

Peki ya istifa?

Yazının Devamını Oku

Terörle mücadelede “İslamcı” yol ayrımına doğru  

3 Şubat 2017
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2 Şubat Ankara görüşmesinde bardağın dolu tarafını görmek istiyorsanız yapmanız gereken belli.

Merkel’in “Birbirimize daha yakın işbirliği sözü verdik” cümlesi gayet kapsayıcı bir şekilde anlatıyor.

Hayır, tabloyu daha açık seçik görmek istiyorum diyorsanız o zaman iki lider arasında terörün tanımı, ya da sıfatı üzerine yaşanan söz değiş-tokuşuna bakmanızda fayda var.

Merkel, terörizme karşı daha yakın işbirliği sözü verirken, neye karşı olduğunu “PKK dahil” diye sayarken, “İslamcı terör” de deyiverdi.

Erdoğan buna uluslararası basın önünde tepki gösterdi.

“İslamist terör ifadesi biz Müslümanları ciddi manada üzmektedir” dedi, Merkel gibi İslamcı sözcüğünü, ama İngilizcesiyle kullanarak. “Kendisine de aktardım” diye devam edip şunları söyledi:

- “İslam’ın kelime anlamı barıştır. (..) DEAŞ terör örgütünden dolayı, kalkıp 'İslamist terör'ü kullanırsak bu üzücü olur. Bunu lütfen kullanmayalım. Çünkü kullanıldığı sürece biz bunun karşısında durmak durumundayız, sessiz kalırsak bunu kabul olur.

Yazının Devamını Oku

Kardak geriliminde yeni gelişme

2 Şubat 2017
Savunma Bakanı Fikri Işık: “Gerilimi artıran taraf olmayız, ama emrivakiye de boyun eğmeyiz.”

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, Yunanistan ile Kardak kayalıkları üzerine tırmanan gerilim üzerine öğle saatlerinde telefonla sorularımızı yanıtladı.Fikri Işık şunları söyledi:

·“Yunanistan son dönemlerde sınır ihlallerini artırdı. Bunlar zaman zaman Yunanistan’ın iç politikasından kaynaklanan sorunlar olabiliyor. Ama bu iyi bir şey değil.

·“İki ülke arasındaki gerilimin artmaması lazım… Yunanistan bizim hem komşumuz, hem de NATO’da müttefikimiz. Aramızda işbirliği anlaşmaları var.

. “Türkiye olarak biz ne gerilimi artıran taraf olmak isteriz, ne de bir emrivakiye boyun eğeriz. Sorunları konuşarak çözmeliyiz. Gerilimin artmaması lazım.”

Işık bu sözleri, Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos’un bu sabah (1 Şubat) Kardak kayalıkları etrafında, yanında komutanlarıyla beraber bir helikopter turu atıp, 1996’daki kriz sırasında ölen üç Yunanlı subayın anısına denize çelenk bırakması ardından yaptı.

İki gün önce, 30 Ocak’ta da Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve kuvvet komutanları, deniz kuvvetlerine ait bir savaş gemisiyle Kardak yakınlarına gitmiş ve “Buradayız” mesajı vermişti.

İki ülke arasındaki ilişkiler son dönemde yakınlaşıyordu. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, başta Suriyeliler olmak üzere göçmen geri kabul anlaşması, fiilen Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşmayla işlerlik kazanmış, her iki ülkenin savaş gemilerinin katılımıyla oluşturulan bir NATO gücü yasadışı göçe karşı Ege’de devriye gezmeye başlamıştı.

Keza iki ülke Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumları arasındaki görüşmeleri desteklemiş, yıllar aradan sonra İngiltere’nin de dahliyle garantörler ile birlikte toplantı yapmak mümkün olmuştu.

Yazının Devamını Oku

Kürtler üzerine yeni senaryolar

1 Şubat 2017
Öyle anlaşılıyor ki, içeride referandum sürecinde, dışarıda Suriye ve Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Kürt etkeni önemli bir yer taşıyacak.

İçeriden mi başlayalım, dışarıdan mı?

Peki, içeriden.

Kâğıt üzerindeki duruma bakacak olursanız, AK parti ile MHP’nin 1 Kasım’da aldıkları oyların toplamı 62’yi buluyor.

Ama yine de ne Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın içi rahat, ne AK Parti’nin, ne de MHP’nin.

En tozpembe anketlerde bile beşte bir oranında kararsız görünüyor.

Evet diyecek olmanın bu kadar çekici olduğu, herkesin ekranlardan, köşelerden birbirine “evet” çağrısı yaptığı şu günlerde bu yüksek kararsız oranının ne anlama geldiğini, Türkiye’de siyaseti en iyi okuyan insanlardan olan Erdoğan elbette görüyordur.

Endişenin iki nedeni var.

Birincisi MHP tabanının bölünmüş olması, bir kısmının daha yakın zamana dek cumhurbaşkanı olması aleyhine çalıştıkları Erdoğan’ın şimdi bütün yürütme yetkilerini elinde toplamasına karşı çıkması.

Yazının Devamını Oku

Trump’ın Suriye’yi Erdoğan’la konuşması gerekmez mi?

31 Ocak 2017
Beyaz Saray’dan 30 Ocak sabahı gelen bir açıklama doğrusu kafaları karıştırdı.

Bu açıklamaya göre ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan Kralı Salman’ı aramış ve Suriye ile Yemen’de güvenli bölgeler kurulması konusunda anlaşmışlardı.

Neden kafa karıştırıcı biliyor musunuz?

1- Çünkü iç savaşın vurduğu Suriye’de uluslararası koruma altında, mültecilerin kendi ülkelerinde güvenceye alınacağı ve buraların da isyancı güçlerin kontrolünde olacağı güvenli bölgeler oluşturulmasını yıllar önce ilk öneren ülke Türkiye. Suudi Arabistan değil,

2- Çünkü kendi ülkesindeki ölüm tehlikesinden Suudi Arabistan’a kaçıp kurtulmak isteyen hiçbir Suriyeli mülteci yok. Türkiye üç milyondan fazlasına ev sahipliği yapıyor,

3- Çünkü Suudi Arabistan’ın Suriye ile kara sınırı yok. Türkiye’nin, hem de 910 km sınırı var,

4- Çünkü Suriye’den Suudi Arabistan’a hiçbir varoluşsal tehdit yok. Türkiye’ye ise bir değil, iki tane var: IŞİD ve PKK ve onun Suriye kolu PYD,

5- Çünkü PYD ve PKK (Irak’taki Kandil üzerinden) aynı emir komuta zincirine bağlı, aynı bütçe, silah-mühimmat ve aynı insan kaynaklarını (siz militan yapısı diye de okuyabilirsiniz) paylaşan örgütler. Önceki ABD Savunma Bakanı bir Senato soruşturmasında PKK ve PYD’nin bağını bildiklerini kabul etmesine (ve Türkiye’nin “onu bırak birlikte yapalım” demesine) rağmen IŞİD’e karşı müttefik olarak seçtiği PYD’ye askeri destek istedi,

6- Çünkü Türkiye NATO üyesidir ve ABD, NATO aracılığıyla PKK’nın toprak ve egemenlik talebi bulunan Türkiye’nin toprak ve egemenliğini birlikte korumayı taahhüt etmişti. Ve ABD’nin herhangi bir anda uğraşmak zorunda olduğu 20 kadar uluslararası sorundan, Ukrayna’dan Afganistan’a, Dağlık Karabağ’dan Gazze’ye kadar 15 kadarında ortaklığı vardır, yani sadece Suriye yoktur. Ve zamanında Amerikalıların inşa ettiği, ama şimdi Türkiye’nin elindeki İncirlik üssü halen IŞİD’e karşı ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından kullanılmaktadır,

Yazının Devamını Oku

İş işten geçmeden Sayın Erdoğan

30 Ocak 2017
Barack Obama’dan hayal kırıklığına uğrayan Ankara’nın Donald Trump’tan umutları vardı.

Şimdi kuşkuları var.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, Trump görevi devralmadan iki gün önce Ankara’ya gelen Atlantik Konseyi heyetinden önemli bir nabız almıştı.

Trump’ın 20 Ocak’taki yemin töreni için ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun aldığı hava da örtüşüyordu bu nabızla.

Vaşington, Ankara’nın Fethullah Gülen ve PYD konusundaki rahatsızlığını anlıyordu ama Amerikan yönetim katında da Türkiye’ye dair bir rahatsızlık vardı.

Amerikalılar da Türkiye’de giderek artan Amerikan karşıtlığından rahatsızdı.

Hükümet ve hükümet dışı görüştükleri anlattılar: Türkiye’deki anti-Amerikancılık ideolojik olmaktan çok siyasi idi, siyaset değişirse o de yumuşardı, geçmişte Bill Clinton Türkiye’de yabancı bir lidere hiç gösterilmeyen ilgiye mahzar olmuştu.

Ama Trump’un yemin etmesiyle rüzgârlar hem yön değiştirmeye hem de sertleşmeye başladı.

Mesela Trump Suriye’de güvenli bölge diyordu ama güvenli bölgeyi PYD/PKK ile sürdürmeyi de isteyebilirdi, buna dair işaret vermiyordu.

Yazının Devamını Oku