Paylaş
CHP Adana Milletvekili.
Önseçimle seçilip gelmiş, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na liste borcu yok.
Meclis Başkanlık Divanı üyesi yapılmış, o bir sorumluluk tabii parti adına.
Divan üyelerine –son derece yanlış bir kararla- tanınmış olan iletişim sınırsız iletişim harcaması imkânını, gerçekten sınırsızca kullanmış, 1 milyon 200 bin liralık PTT faturasıyla dikkatleri üzerine çekti.
Kanal-D yayınında “Ben yanlış bir şey yapmadım” diyordu. Devletin bir cebinden alıp diğer cebine vermişti; bunda ne kötülük vardı? Üstelik seçmene teröre karşı milli birlik ve bütünlüğü sağlama mektupları yazmıştı
Ama o arada parti propagandası yapmış olmuyor muydu?
Başbakan da, Cumhurbaşkanı da yazıyordu mektup, bakanlar da yazıyordu, onlardan hesap soran var mıydı? Onlar yazınca haber, kendisi yazınca mı suç oluyor diye soruya soruyla cevap veriyordu.
Peki ya istifa?
Onu ancak Kılıçdaroğlu ile görüştükten sonra açıklayabilirdi.
Oysa Kılıçdaroğlu Türkmen’i istifaya çağırmıştı?
Dört gün önce CNN Türk yayınında Şirin Payzın sorunca “Yaptığı yasal, ama etik değil” demiş, yanlış bulduğunu söylemişti; Kılıçdaroğlu öteden beri siyasi etik yasasını siyasi öncelikleri arasında sayıyordu.
İstifa çağrısı ise CHP’den değil, sadece Meclis Başkanlık Divanı üyeliğindendi.
Mesela CHP’den değildi, CHP Türkmen hakkında disiplin işlemi de başlatmamıştı.
Türkmen ise Başkanlık Divanından istifa talebine de direniyordu.
Burada filmi biraz geriye alalım, mesela 17 Aralık 2013 tarihine.
O gün açılan bir yolsuzluk soruşturmasıyla dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın AK Parti kabinesindeki dört bakan yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle ağır suçlamalarla itham ediliyordu. İşin içinde halen ABD’de hapiste bulunan (ve Donald Trump’ın İran alerjisi ile akıbeti iyice belirsizleşen) Reza Zarrab (ya da o dönem aldığı Türk pasaportundaki ismiyle Rıza Sarraf) adında nevzuhur bir İranlının da olduğu iddia ediliyordu.
CHP’nin yanı sıra o dönem sert muhalefet yapan MHP ve HDP üç koldan bakanları istifaya çağırdılar.
Bakanlar istifa etmediler. Ancak 25 Aralık günü Erdoğan kabinede bir değişiklik yaparak İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve AB İşleri Bakanı Egemen Bağış’ı oyun dışına aldı.
Eğer birkaç saat sonra yeni yolsuzluk iddiaları, şimdi hepsi 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve yasadışı Fethullah Gülen örgütüyle bağlantıları iddiasıyla içeride, ya da kaçak durumda olan savcılar tarafından sahnede tirat atarcasına öne sürülmemiş olsaydı, tarih belki başka türlü akmış olacaktı.
Ama birkaç saat önce, suçlamalara hedef yapılan isimler görevlerinden alınmış durumdaydı.
Şimdi o davalar düştü, roller tersine döndü.
Zaten 17 ve 25 Aralık soruşturmalarındaki iddialar ile Türkmen’e yönelik suçlamayı aynı kaba koymak da mümkün değil; buradaki suçlama yasanın değil, etik ölçülerin dışına çıkmak.
Yine de bu konulardaki titizliğini her fırsatta dile getiren CHP bir örnek oluşturabilirdi.
Daha Kılıçdaroğlu’na kalmadan mesela Grup Başkan Vekilleri devreye girer, Türkmen’i istifaya çağırır, ya da görevden alabilirlerdi.
Direndiğinde gecikmeden disiplin işlemi yapılabilirdi.
Af edersiniz ama bir dönem CHP’nin prensesi muamelesiyle el üstünde taşınan, vitrin yapılan Aylin Nazlıaka’nın neticede dedikodu yaptığı gerekçesiyle partiden ihraç edildiği CHP’den söz ediyoruz.
O milletvekili bir şekilde cezalandırılmalı, en azından siyasi etik ilkeleri gerekçesiyle görevinden alınmalı idi.
İlk ağızda yapılsa bu CHP’ye kamuoyu nezdinde puan dahi getirirdi. Şimdi yapılsa getirir mi, emin değilim.
Peki, CHP’nin her fırsatta kamuoyu önünde birbirlerinin küçük hatalarını abartarak ortaya dökme huyu olan MYK üyeleri, Parti Meclisi üyeleri neden sesini çıkarmıyor, “Genel Başkan istifaya çağırdı” demekle yetiniyor?
Ben de merak ettim, soruşturdum.
Derin CHP’liler diyor ki, önümüz referandum. Sonuç ne çıkarsa çıksın, ufukta Kurultay ihtimali var. Dolayısıyla kimse kimseyle kötü olmak istemiyor şu sıralar.
Buyurun, buradan yakın.
Paylaş