Necmettin Erbakan'ın kayıp trilyon davasında mahkûm olduğu 2 yıl 4 aylık hapis cezasının kesinleşmesi üzerine hapse girmemek için tekerlekli sandalye ile hastahaneye gidip rapor alması, bana 1791'de benzer bir suçtan dolayı idam edilmiş olan bir sadrazamın, Şerif Hasan Paşa'nın ákıbetini hatırlattı.
Paşa beceriksizliğinin yanısıra rüşvet alması ve zimmetine para geçirmesi yüzünden zamanın hükümdarı Üçüncü Selim tarafından alışılmadık bir şekilde idam ettirilmiş, önce kurşunlanmış, arkasından da kellesi kesilmişti. Ben, sábık başbakanımızla ilgili haberleri okurken, ‘‘Erbakan otursun kalksın, bundan 200 sene önce dünyaya gelmemiş olduğuna şükretsin’’ diye düşündüm.
YARGITAY,Necmettin Erbakan ile kapatılan Refah Partisi'nin bazı yöneticileri aleyhine açılan 'kayıp trilyon' davasıyla ilgili kararı tasdik etti ve Erbakan'a 'özel belgede sahtecilik' suçundan verilen 2 yıl 4 aylık hapis cezası kesinleşti. Ama Ankara Numune Hastahanesi'nin sağlık Kurulu, sabık başbakanın cezasının hastalıkları sebebiyle bir yıl ertelenmesi gerektiği yolunda rapor verince, Erbakan'ın hapse girmesi konusu da şimdilik buzdolabına kaldırıldı.
Gündemimizi haftalardır meşgul eden bu 'başbakan-para-ceza' üçgeni, bana bundan 200 küsur sene önce yaşadığımız bir başka hadiseyi, o zamanların 'sadrazam'ı, yani başbakanı olan Şerif Hasan Paşa'nın ákıbetini hatırlattı. Hasan Paşa'nın başı da aynı şekilde 'para' meselesi yüzünden derde girmiş ama Necmettin Erbakan gibi hapse mahkûm olmakla kurtulamamış, önce kurşunlanmış, arkasından da doğranmıştı.
İşte, bundan iki asır önce yaşamış bir başka başbakanın acı öyküsü:
HEP AZLEDİLİYORDU
1700'lü yılların ortalarına doğru doğan Hasan Paşa, peygamber soyundan geldiğine inanılan ve şimdi Bulgaristan'ın sınırları içerisinde kalan Rusçuk'un önde gelen bir ailesine mensuptu. Gençlik yıllarında Kırım Hanı Giray Han ile birçok akınlara katıldı, Avusturya'ya karşı yapılan savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar sayesinde 'vezir' ve 'sancakbeyi' oldu ama bazı kalelerin düşmanın eline geçmesini önleyemeyince azledilip sürgüne yollandı. Paşa'nın yıldızı, sonraki yıllarda tekrar parladı. Yeniden vezir yapılıp kalelere gönderildi. Fakat her seferinde bir beceriksizlik ediyor ve mutlaka azlediliyordu.
Türkiye, 1780'li yılların sonlarında hem Avusturya, hem de Rusya ile savaştaydı. Ordunun başında bulunan Sadrazam Cezayirli Gazi Hasan Paşa, 1790'ın 29 Mart günü Şumnu'daki karargáhında eceliyle ölüverince, o taraflarda sürgünde olan Şerif Hasan Paşa önce vekáleten ordu kumandanı, 17 gün sonra da sadrazam yapıldı ama sadrazamlığa getirilmesi son derece garip bir şekilde oldu.
Zamanın hükümdarı Üçüncü Selim, Sadrazam Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın ölümününden sonra kimi sadrazam yapacağına bir türlü karar veremiyordu ve seçimin kur'a ile olmasına karar verdi. Orduyla beraber Rumeli taraflarında bulunan bütün vezirlerin isimleri küçük káğıtlara yazılıp bir torbaya kondu, torba sarayın Hırka-i Şerif Dairesi'ne götürüldü ve Üçüncü Selim elini besmeleyle uzatıp káğıtlardan birini çekti. Káğıtta, Şerif Hasan Paşa'nın ismi yazılıydı.
Ama, Paşa'nın sicili pek parlak değildi. Gerçi savaş meydanlarında bazı kahramanlıkları görülmüştü ama zamanla mağlubiyetler de almış, üstelik İstanbul ile defalarca sürtüşmüştü. Padişah, tayinden önce müneccimlerden istihareye yatmalarını istedi ama istihareler bir netice vermeyince 'Ne de olsa peygamber soyundandır ve kur'ada isminin çıkmasında da bir hayır vardır' dendi ve Hasan Paşa sadrazam oldu.
Şerif Hasan Paşa, sadarette on ay kaldı. İlk haftalarda Avusturya ordusuna karşı bazı zaferler kazandıysa da Rus cephesinde işler hiç iyi gitmedi ve kalelerimiz ardarda Ruslar'ın eline geçti.
Paşa, saraya gönderdiği raporlarda yenilgilerin sorumluluğunu kendisinden önceki sadrazama yüklüyor ve hükümdara karşı alışılmışın dışında sert ifadeler kullanıyordu. Bütün bunlar olup biterken, etrafı Şerif Hasan Paşa'nın yüksek miktarlarda rüşvet aldığı, devletin parasını zimmetine geçirdiği yolunda söylentiler sarmıştı ve hemen her yerde, Paşa'nın paraya olan aşırı düşkünlüğü konuşuluyordu.
FALCILARA SORULDU
Üçüncü Selim torbadan kendi eliyle çektiği ismin hiç de hayırlı bir netice vermediğini görünce Şerif Hasan Paşa'yı azletmeye karar verdi. Ama Paşa Rumeli'deki ordunun başındaydı, üstelik o taraflarda oldukça güçlüydü ve halkın desteğine sahipti. Dolayısıyla gizlice azledilip hemen ortadan kaldırılması lázımdı.
Padişah, Paşa'ya şüphelenip isyana kalkışmasını önlemek için 'uğradığı mağlubiyetlere rağmen azledilmeyeceği' yolunda mektuplar gönderirken, el altından da Rusçuk'a Hasan Paşa'nın idamı ve yerine Koca Yusuf Paşa'nın tayini fermanını yolladı. Aldığı mektuplara inanıp rahata eren Hasan Paşa azil fermanını Şumnu'daki konağına çekildiği sırada aldığı zaman bütün tedbiri elden bırakmıştı ve karşı koyacak gücü yoktu.
Paşa, muhafaza altında bir başka konağa götürüldü ve taraftarlarının ayaklanma ihtimalini bertaraf etmek için Osmanlı tarihinde örneğine rastlanmamış bir şekilde idam edildi: 1791'in 14 Şubat gecesi yatağında uykuya daldığı sırada içeri giren celládlar Paşa'yı kurşun yağmuruna tuttular, sonra da kafasını kesip İstanbul'a gönderdiler.
Saraya bal dolu bir torba içerisinde gelen Şerif Hasan Paşa'nın kellesi 'ibret taşı'na kondu ve hemen yanıbaşına da üzerinde kısaca 'Bu kelle padişaha sadakat göstermediği, rüşvet aldığı, mal ve para toplamak için yapmadığını bırakmadığı, halka zulüm ettiği, Moskof'un üzerine yürümesi gerektiği halde yürümediği için vücudu herkesin ibret alması maksadıyla ve padişahın emriyle ortadan kaldırılan Hasan Paşa'ya aittir' yazılı bir yafta yerleştirildi.
Ama, Üçüncü Selim'in Hasan Paşa'ya duyduğu hiddet hálá bitmemişti. Paşa'nın bütün malını-mülkünü müsadere ettikten sonra kardeşi Çelebi Mehmed Ağa'yı da boğdurdu.
Sábık ve sákıt -'sákıt'ın ne demek olduğunu bilmeyenler lügate müracaat buyursunlar- bir başbakanın rapor almak için tekerlekli sandalye ile hastahanelere gitmesi bana işte bu Hasan Paşa hadisesini hatırlattı ve 'Necmettin Erbakan otursun kalksın, bundan 200 sene önce dünyaya gelmemiş olduğuna şükretsin' diye düşündüm.
ZİMMETÇİ VE BECERİKSİZ SADRAZAMIN İDAM YAFTASI
Para yemekle kalmadı devleti de batırdı
'SADRAZAMLIK, padişahın mutlak vekilliği demektir. Bu makama gelenler, vazifelerini Allah'ın emri ve padişahın isteği doğrultusunda yapmak, namuslu olmak, devletin malını ve parasını korumak, rüşvet almaktan kaçınmak, askeri güçlendirmek, sınırları korumak ve düşmana zamanında saldırmak zorundadırlar.
Şerif Hasan Paşa, böyle hareket etmesi gerektiği halde işbaşına geldiği günden itibaren bu şartların hiçbirine uymamış, rüşvet almış, mal ve para elde etmek için yapmadığını bırakmamış, halka zulüm etmiş, Moskof ordusunun ilerlemesine karşı gerekli tedbirleri bile almamış ve memleketin hem karadan, hem denizden, hem de nehirden istilá edilmesine ve çok sayıda Müslüman'ın ölmesine sebep olmuştur.
Bu kelle, Allah'ın emirlerine uymayıp devletine sadákat göstermediği güneş gibi belli olduğu için vücudu herkesin ibret alması maksadıyla padişahın fermanıyla ortadan kaldırılan Hasan Paşa'ya aittir’
Deli İbrahim meğerse deli değil akıllıymış
GENÇ neslin önde gelen tarihçilerinden ve Hürriyet Tarih Dergisi'nin hem Danışma Kurulu üyesi, hem de yazarı olan Dr. Erhan Afyoncu'nun ilk iki cildi geçtiğimiz yıl yayınlanan 'Sorularla Osmanlı İmparatorluğu' isimli eseri aylarca satış listelerinin üst sıralarında yeralmıştı.
Hürriyet Tarih'te yayınlanan 'Ulubatlı Hasan hiç yaşamadı', 'Baltacı Mehmed Paşa, Katerina ile beraber olmadı' gibi ve bir hayli ses getirmiş yazıları, Erhan Afyoncu kaleme almıştı.
Dr. Afyoncu, eserinde tarihimizde yanlış bilinen birçok konuyu yeni bulunan belgelere dayanarak tekrar ele alıyor ve asırlık hataları düzeltiyordu. Kitap rahat, basit ve herkesin anlayabileceği bir üslupla yazılmış olduğu için konuya bugüne kadar uzak kalmış olanlar tarafından da okunmuş ve tarih okumanın yaygınlaşmasına önemli bir katkı yapmıştı.
Genç tarihçimiz, geçtiğimiz hafta eserinin üçüncü cildini de çıkarttı. Dr. Afyoncu, soru-cevap şeklindeki makalelerinde tarihimizdeki yine birçok yanlış bilinen konuya temas ediyor, meselá 'deli' denilen Sultan İbrahim'in hiç de deli olmadığını, delilik yakıştırmasının o zamanların resmi tarihinin eseri sayılması gerektiğini yazıyor; saray hocalarının Sultan İbrahim'in cinsel gücünü arttırmak için hazırladıkları çeşit çeşit macundan bahsediyor ve hükümdarın 'şişman kadın' merakını anlatıyor. Bir başka makalede de Fatih Sultan Mehmed konusunda yine tartışma yaratacak bilgiler veriyor ve Fatih'in iktidar yıllarında kendi halkı arasında hiç de sevilmediğini belgeleriyle naklediyor.
Dr. Erhan Afyoncu'nun kitabını okuduğunuz takdirde, tarihimizin gizli kalmış çehresini çok daha yakından görebilirsiniz.