Paylaş
Kuaförlerin Haluk Bilginer'in reklamlarda canlandırdığı eşcinsel kuaför tipini eleştirmesi bana pek bir garip geldi. Zira aynı tipin benzerlerine tarihimizde bol miktarda rastlanmadaydı ve hatta divan şiirinin büyük adı Fuzulî bile genç bir berbere gazel yazmıştı. İşte, eski devirlerin ‘‘berber metinleri’’nden birkaç örnek... Ama şurasını unutmayalım: Bu metinlerde sözü edilen kişilerle bugünün berberleri ve kuaförleri arasında hiçbir aláka yoktur ve bu şiirler o zamanlardan kalma hoş birer hatıradan ibarettir.
Günlerdir, Marshall boyaları için yapılan TV reklamını ve Haluk Bilginer'in reklamda canlandırdığı eşcinsel kuaför tipini konuşuyoruz. Türkiye Kuaförler Federasyonu Başkanı Ömer Aydıner'in ‘‘Bu reklam imajımızı zedeliyor’’ demesinden sonra tartışmaya bazı ‘‘hoş’’ sanatçılarımız da katıldılar ve ‘‘Ne yani şekerim, eşcinseller ölsün mi?’’ diye zarif bir şekilde görüş beyan ettiler.
GİTTİ BERBER, GELDİ PERUKÁR
Aynı şekilde üç ayrı reklam filminin daha çekildiğini ve çok yakında yayınlanacağını öğrenince, ‘‘saç sanatının’’ bizdeki öyküsünü anlatayım ve kuaför ile berber arasında bir farkın bulunmadığı eski devirlerden kalma bazı metinleri nakledeyim dedim.
Biz, Avrupa ile tanışmamızdan önce berbere ‘‘hallák’’ derdik. Sonra İtalyanca'nın ‘‘barbiere’’sini alıp ‘‘berber’’ yaptık. Derken batılılaşma merakının zirveye çıktığı 1900'lerin başında ‘‘berber’’ yerine ‘‘perukár’’ demeye başladık ama kısa zamanda bıraktık ve Fransızca'da 'saçını düzene koymak' demek olan ‘‘coiffer’’ fiilinden gelme ‘‘kuaför’’ü ithal edip dilimizi zenginleştirdik.
FUZULİ’NİN BERBERİ
Eski zamanların berberleri sadece saç ve sakalla değil, başka işlerle de uğraşırlar, sünnetçilik eder, hacamatçılık ve dişçilik yapar, hatta cild hastalıklarını bile tedaviye çalışırlardı. Tıraş öyle aynanın karşısında falan değil dizde yapılır, müşteri başını kurbanlık koyun gibi berberin kucağına koyar, ustura bu sırada gidip gelir, berberin çırağı da elindeki yelpazeyle müşterinin tepesinde uçuşan sinekleri kovardı. Hatta traş etmek tıraş sadece berberlerin değil, hamamdaki dellákların da vazifeleri arasındaydı ve berberlerle delláklar resmi belgelerde bu yüzden aynı meslek grubunun mensupları olarak geçerlerdi.
Türkiye Kuaförler Federasyonu'nun başkanı hiç kızmasın ama, İstanbul'da asırlar boyu faaliyet gösteren berberler arasında, Haluk Bilginer'in reklam filminde çizdiği tipe uyanlar ve tabii o tiplere düşkün müşteriler de vardı. Bu merak berberler hakkında şiirler yazmaya, destanlar söylemeye, şarkılar bestelemeye kadar gidecek, hatta divan şiirinin büyük ismi Fuzuli bile ‘‘Subh çekmiş çerha tıygın táşa çalmış áftáb’’ sözleriyle başlayan gazelinde genç bir berberi yere-göğe koyamayacaktı: ‘‘Su nasıl dalgalanıp her zaman kabarcıklar meydana getirirse, başlar da onun amber kokuları saçan usturasının hareketlerinden zevklenmede, tertemiz olmada... Ah, keşke başımdaki saçlar gibi vücudumdaki her kılın ucunda da bir baş bulunsaydı ve sevgilim onları kesseydi... Kanlar döken usturasından gene de kaçmazdım’’
BU, BİZİM ÖYKÜMÜZ
Yan tarafta, Sivaslı Veli adında bir halk şairi tarafından 19. asrın başında Yakub adında genç bir berber için yazılmış bir ‘‘berber destanı’’nın bazı bölümleri ve sakallar için bestelenmiş birkaç şarkının güfteleri yeralıyor. Bütün bunları okuyup ‘‘Adam gene ecdadımıza hakaret ediyor. Fuzuli'ye bile söz söyledi’’ deyip e-mail bombardımanına başlayacak olanlara şunu hatırlatayım: Bu ve bunun gibi metinler asırlar öncesinden günümüze uzanan hoş birer hatıradır, o devirlerde kaleme sansür olmadığını, herşeyin serbestçe söylenebildiğini göstermektedirler ve daha da önemlisi, beğensek de beğenmesek de herşeyiyle bize aittirler.
Berber destanı
Sivaslı Veli'nin bundan 200 sene önce yazdığı berber destanının tamamı, 1950'lerde Reşad Ekrem Koçu tarafından yayınlanmıştı. Ben, destanın eski dille kaleme alınmış olan bazı mısralarını vezni bozmayacak şekilde günümüz Türkçesi'ne nakletmeye çalıştım.
Ama peşinen söyleyeyim: Hakkında destan yazılan bu genç berberle bugünün berberleri ve kuaförleri arasında hiçbir aláka yoktur. Aşağıdaki şiir eski zamanlardan kalma hoş bir hatıradır ve dolayısıyla Kuaförler Federasyonu'nun alınmasına ve bazı ‘‘sanatçılarımızın’’ da mısraları sahiplenmelerine hiç mi hiç gerek bulunmamaktadır.
İşte, Sivaslı Veli'nin Yakub adında genç bir berberin aşkıyla söylediği destanın bazı dörtlükleri:
‘‘Söyledim bir destan berber şánına
Dinleyen doymasın onun tadına
Bakmak ister isen o şivekára
Gel Küçükpazar'da Hacıkadın'a
Varacağın dükkán hamama karşı
Sormadan bulursun o samur kaşı
Çünki gül yüzüyle nurlanır çarşı
Başlayalım şimdi gel anlatmaya
Sabah ışığından doğmuş o berber
Hazret-i Yusuf'la sanki beráber
On sekiz yaşına erişmiş dilber
Áferin tutup da bir avlayana
Samur saç üstüne koymuş dal fesi
Bağlamış kákülü gören herkesi
Gerdanı, yanağı, kaşı, ensesi
Yeterdir dilersen sen tanımaya
Bir deste ibrişim civan perçemi
Keman gibi kaşı vurmuş herkesi
Dağıtır bırakmaz gamı, kederi
Sonra şüphe verir her itikada
Yanağı, dudağı gül gibi bir nár
O nárın içinde şerbetli pınar
Bir yudum içenler haşre dek yanar
Miras kalır ateş tá evládına
Kolunu sıvamış berber civelek
Üstünde al gömlek, ipekten yelek
Münasib yerinde al kuşağı pek
Vallahi götürür aşk celládına
Geldik şimdi nalınına berberin
Billûrdandır ayakları dilberin
Kalem kalem parmakları her birin
Binlerce áferin o üstádına
Topuk seyri dahi ayrı temáşá
Nalın tıkır tıkır vurdukça taşa
Baş koymuştur nice ağa, bey, paşa
O dilber berberin hoş ayağına
Gelerek dizine baş koyar herkes
Derler: Yetiştiren üstádına pes!
İzin sana, diler isen başım kes
Veyahut gel acı şu feryádıma
Hamamda görenler uryán berberi
Sanırlar hamama girmiş bir peri
Bütün herkes hacamata müşteri
Koca şeyhten tutun tá ırgatına
Ümmîyiz velákin áşıkız yáhu
Pîrimiz aşkına hu diyelim hu!
Medhettik burda bir gözleri áhû
Düşüp şu álemin sert rüzgárına’’
Eskiler saça ve sakala bile beste yaparlardı
Saçın ve sakalın bizde sadece edebiyata değil, musikide de seçkin bir yeri vardır. Bestekárın gönlünü zevkinin çektiği cinslerden birine kaptırması halinde ilhamın kaynağı artık o sevgilinin sakallarıdır ama bestecilerimiz sakal hakkında değişik fikirlere sahiptirler. Meselá kimi bestekár ‘‘sakalları çıktı, güzelliği kayboldu’’ derken kimisi sakalın ‘‘sevgiliye’’ bambaşka hava verdiğini söyler, bazısı ise áşığına ‘‘sakallarını kes de, yanıma öyle gel’’ diye seslenir.
İşte, eski zamanardan kalma birkaç saç ve sakal şarkısı ve bestecilerinin bugünün Türkçesi ile söyledikleri:
Küçük Mehmed Ağa'nın (ölümü: 19. yüzyıl başları) Evcárá makamındaki bestesi: ‘‘Gelince hatt-ı mû-anber o meh-cemálimize / Yazıldı mebhas-i sevdá kitáb-ı hálimize’’ (O ay yüzlü sevgilimizin sakalları çıkmaya başlayınca, hálimizi anlatan kitaba sevda bahsi yazıldı)
Aynı bestecinin Sabazemzeme makamındaki bestesi: ‘‘Nev-hat görünür safha-i ruhsáresi cáná / Mecmua-i hüsne yeni şîráze mi çekmiş?’’ (Yüzünde yeni çıkmış sakalları görünmede... Güzellik mecmuasının cildine şiraze mi çekmiş?)
Taşçızáde Recep Çelebi'nin (ölümü: 17. yüzyıl sonu) Mahur makamındaki bestesi: ‘‘Seyret izár-ı yári hatt-ı müşk-bár ile / Hoşdur çemende mevsim-i gül nevbahár ile’’ (Sevgilin yanağındaki miskler yağdıran sakalları seyret! Gül mevsimi, çimenlerin üzerinde ilkbaharla beraber hoş olur)
Cerrahpaşa Müezzini Halil Efendi'nin (ölümü: 18. yüzyılın ilk yarısı) Hicaz makamındaki bestesi: ‘‘Düşse zülfünden arak ruhsár-ı cánán üstüne / Gûyiyá şebnem düşer gül-berk-i handán üstüne / Zîr-i zülfünden görenler hattını ebr-i bahar / Sáye salmış sandılar sahn-ı gülistán üstüne’’ (Sevgilinin saçlarından yanağına ter damlaması, gülümseyen bir gül yaprağına şebnem düşüşü gibidir. Saçının altındaki sakallarını görenler, bahar bulutunun gül bahçesi üzerine saldığı gölge zannediyorlar)
Kemanî Ámá Corci'nin (ölümü: 19. yüzyılın ilk yılları) Rast makamındaki Ağır Semaisi: ‘‘Tıraş et hattını cáná, serinde kákülün dursun /Kırılsa leşker-i hat gam değil, serdár sağ olsun’’ (Ey sevgili! Sakallarını kes ama başındaki kákülün kalsın. Sakalının askerleri kırılıp gitse de gam değil, onların serdarı sağolsun)
Paylaş