Matisse tablosunun sultanı yoksullar koğuşunda öldü

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Çağdaş resmin büyük ismi Fransız ressam Henri Matisse'in çok bilinen bir tablosundaki hanımın bir Osmanlı prensesi, Abdülaziz'in torunu Nermin Sultan olduğu pek bilinmez. Yüzünün güzelliğine hayran kalan Matisse'in resmini binbir ricayla yapabildiği Sultan Fransa'daki bir hastahanenin muhtaçlar koğuşunda can verdi. 76 yaşındaydı, hiçbir ülkenin vatandaşı değildi ve Fransız hükümetinin bağladığı fakir aylığıyla geçiniyordu.

Fransa'nın güneyindeki Bagnols-sur-Ceze şehrinde geçen haftalarda sessiz sadasız bir cenaze kalktı. Felcin artık hemen her tarafını sardığı, gözlerini bile görmez ettiği ama şuurunu son ana kadar ele geçiremediği 76 yaşındaki bir hanımın cenazesi.

Dostları ona ‘‘Nezi’’ derlerdi ve ‘‘Nezahat’’in kısaltılmışıydı bu isim... Tam adı biraz uzundu: Nezahat Nermin Hamide Şefkat... Hiçbir memleketin vatandaşı değildi, yarım asırdan beri Fransa'daydı, Bagnols-sur-Ceze'de siyasi mülteci olarak yaşıyordu ve Fransız Hükümeti'nin verdiği vatansızlara mahsus kimlik belgesinde isminin hemen yanında ‘‘Osmanlı İmparatorluk Prensesi’’ yazılıydı.

Sultan Abdülaziz'in soyundan gelen Nermin Sultan, 1923'te İstanbul'da doğdu. Hem anne, hem baba tarafından hanedana mensuptu. Babası Şehzade Şevket Efendi, Abdülaziz'in oğlu ve Türk Müziği'nin önde gelen isimlerinden bestekâr Seyfeddin Efendi'nin; annesi Adile Adile Hanımsultan da Abdülhamid'in kızı Naime Sultan'ın çocuğuydu.

Doğumundan hemen sonra verilen isim Hamide'ydi ve talih ondan aslında dünyaya geldiği andan itibaren yüz çevirmişti. 1924 Mart'ında, hanedanla beraber o sırada henüz bir yaşındayken Türkiye'den çıkartıldı.

Dört-beş yaşlarına geldiği zaman kemiklerinin yavaş yavaş eridiği farkedildi. Ailede Abdülhamid'in adını yani ‘‘Hamid’’ yahut ‘‘Hamide’’ isimlerini taşıyan çocukların başlarına her zaman bir iş gelmiş olduğu daha yeni farkedilmişti ve ‘‘Hamide’’yi ‘‘Nermin’’e çevirdiler. Sonraki senelerde ismi iki defa daha değişecek ‘‘Şefkat’’ ve ‘‘Nezahat’’ olacaktı.

Çocukluğu ve genç kızlığı anneannesi Naime Sultan'la beraber Güney Fransa'da, Nice'de geçti. O senelerde devrin en büyük ressamı Henri Matisse de Nice'e gelmiş, Cimiez semtinde şimdi Matisse Müzesi olan malikâneye yerleşmişti ve Naime Sultan'ın ailesiyle komşuydular.

Genç prensesin yüzünün güzelliği ressamı hayran bıraktı, Sultan'ı binbir ricayla tablosunu yapmaya ikna edebildi ve meşhur tablo işte böyle doğdu.

Nermin Sultan Matisse'e verdiği pozu aynı günlerde bir fotoğrafla belgeleyecek, sanat tarihçileri tablonun estetik yorumunu bu fotoğrafla yapacaklardı.

Sultan ve anneannesi İkinci Dünya Savaşı'nın patlamasından önce Arnavutluk'a gittiler. Tiran'da dert ve hastalık dolu günlerde nişanlandı ama mutluluğu sadece birkaç ay devam etti: Anneannesi birdenbire öldü, derken Enver Hoca'ya bağlı komünist birlikler nişanlısını gözlerinin önünde kurşuna dizdiler.

Bir İngiliz gemisiyle güç-belâ Mısır'a sığındı, babası Şevket Efendi'yle oturdu. Bu defa Mısır'da Nasır ihtilâli yaşandı ve aileye yeniden sürgün yolları açıldı. Artık babası Fransa'da, zorlukla yürüyebilen Nermin Sultan ise Cezayir'deydi. Tam altı lisanı ana dili gibi konuşurdu, Birleşmiş Milletler'de iş bulmuş, Berberiler’e sosyal danışmanlık yapmaya başlamıştı.

Cezayir Savaşı o defteri de kapattı, Fransa'ya gitti, Bagnols-Sur-Ceze'de yine babasıyla yaşamaya başladı.

Talih, Nermin Sultan'ı artık tamamen terketmişti. Babası Şevket Efendi garip bir şekilde, hırsızlık süsü verilmiş bir hadisede can verdi; kemikleri vücudunu taşıyamaz hale gelen sultan ise yatağa mahkûm oldu.

Son 25 yılını yatakta ve gözlerini de yavaş yavaş kaybeder bir halde geçirdi. 75 seneden beri siyasi mülteciydi, hiçbir yerden geliri yoktu. Sultan Abdülaziz'in torunu Nermin Sultan'ın tedavi masraflarını Fransız hükümeti üstlendi ve ‘‘fakir aylığı’’ bağladı Sultan'a...

Üsküdar'da 1923 Mart'ında başlayan çile, geçen haftalarda Bagnols-sur-Ceze şehrindeki devlet hastahanesinin ‘‘muhtaçlar koğuşunda’’ noktalandı.

Nermin Sultan'ın cenazesini vefalı iki dostu, son senelerinde başından ayrılmayan doktoru Charles Turcy ile karısı kaldırdılar.

İşte, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yılının kutladığımız bu günlerde, bir Osmanlı prensesinin trajedileri bile geride bırakacak hazinlikteki meçhul öyküsü...

Dede savaştı ama torun affetti

Hasan Cemal köşesinde Kral Hüseyin'in nasıl büyük bir devlet adamı olduğunu anlatıyordu. Kral Hüseyin'in dedesi Şerif Hüseyin'in 1916'daki isyanı sırasında Arap ordularına yenilen meşhur Cemal Paşa'nın torunu olan Hasan Cemal bu yazısıyla paşazadelere lâyık bir centilmenlik göstermiş oldu.

Hasan Cemal, geçen salı günü çıkan ‘‘Kralın Ölümü’’ başlıklı yazısında Kral Hüseyin'i anlatıyordu. Hüseyin'i yere göğe koyamıyor, ‘‘Kendisini çok iyi yetiştirmiş olduğunu’’, ‘‘Mucize gerçekleştirdiğini’’ ve ‘‘Karizmatik kişiliğe sahip bulunduğunu’’ söylüyor, ‘‘Siyasette olduğu kadar halkla ilişkilerde de usta bir devlet adamıydı’’ diyordu.

Bu yazı, bence tam bir centilmenlikti. Zira, Hasan Cemal'in dedesi, Kral Hüseyin'in büyük dedesi Şerif Hüseyin'in ezeli düşmanı olan meşhur Cemal Paşa'ydı. Hasan Cemal paşazadeliğini pek hisssettirmez ve İttihadçılar'ın Cemal Paşa'sının soyundan geldiğini sadece yakınları bilirdi.

Kral'ın büyük dedesi Şerif Hüseyin, malûm, Birinci Dünya Savaşı sırasında Lawrence’ın saçtığı İngiliz altınlarına dayanamayıp Arap isyanını başlatan kişi ve yüzbinlerce Mehmetçiğin Arap çöllerine serilmesinin sorumlusuydu. Bahane olarak o sırada Suriye Valilisi olan Cemal Paşa'nın yaptığı bir kongreyi göstermiş, kongreye kadınların da katılmasını ‘‘Türkler'in dinden çıkmış olması’’ diye yorumlamış, ayaklanmanın dini temelini Cemal Paşa üzerine inşa etmişti.

Hüseyin'in 1916'nın 9 Eylül'ünde yayınladığı isyan bildirisi Cemal Paşa'ya verip veriştirmekle başlıyordu: ‘‘Cemal Paşa, Şam'da kadınlar için bir kongre tertip etti. Kadınlarla erkekleri aynı salonda, birarada oturttu’’ diyordu Hüseyin... ‘‘Daha da kötüsü, bazı kadınlar ve kızlar erkeklerin önünde şiirler okuyup konuşmalar yaptılar. Paşa'nın İslâm'ın ruhuna aykırı olan hareketleri bu kadarla da kalmadı: Kadınları toplantının şeref köşesine oturttu. Kur'an'ın kadınların örtünmeleri ve yabancı erkeklerden uzak kalmaları yolundaki emirlerini bir tarafa bıraktı. Cemal Paşa, dolayısıyla da Türkler bu hareketiyle Ahzab Suresi'nin 59. ayetini ihlâl ettiler ve dinden çıktılar. Araplar'ın Türk idaresine karşı cihada girişmeleri farzdır...’’

Arap isyanı, bu bildiriyle başladı, sonra bütün Ortadoğu'ya yayıldı. Cemal Paşa İngiliz destekli Arap saldırılarına karşı koyamadı. Bölge bizden ayrıldı, Paşa ise 22 Temmuz 1922 günü Tiflis'te Ermeniler tarafından yaverleriyle beraber şehid edildi.

Cemalpaşazade Hasan Cemal'le Ürdün Kralı Hüseyin'in aileleri arasındaki ilişki, işte böylesine acı bir hatıraya dayanıyor. Hasan Cemal ‘‘Kralın Ölümü’’ başlıklı yazıyı kaleme almakla sizce de paşazadelere lâyık bir centilmenlik göstermiş olmuyor mu?



Yazarın Tüm Yazıları