İstanbul’un son senelerdeki büyük derdi kapkaçın sadece şehrin sıradan sakinlerini değil, vali ile emniyet müdürünün hanımlarını bile artık endişeye sevkeder hále gelmesi, bana İstanbullular’ın kapkaça karşı asırlar boyunca uyguladıkları folklorik bir ádeti, hırsızdan özel bir dua vasıtasıyla korunma geleneğini hatırlattı.
Duanın adı ‘Uğru Abbas’ idi; eski İstanbullular, özellikle de hanımlar bu duayı sandıklarının diplerinde saklarlar, sokağa çıktıkları zaman mutlaka yanlarına alırlar ve böylelikle hırsızın, uğursuzun ve yankesicinin şerrine uğramayacaklarına inanırlardı.
KAPKAÇ, İstanbul’un artık sadece sıradan sakinlerinin değil, şehri idare edenlerin ve güvenlikten sorumlu olanların hanımlarının da korkulu ruyası haline geldi. Milliyet’te hafta içinde çıkan bir haberde Vali Muammer Güler’in hanımı Neval Güler’in ‘Korumalarına rağmen temkinli olduğu’, Emniyet Müdürü Celálettin Cerrah’ın eşi Hülya Cerrah’ın da ‘Bir İstanbullu olarak tedbirlerini aldığı’ söyleniyordu.
Şehrin uzun zamandan buyana en büyük derdi haline gelen kapkaçın ve kapkaçın sebep olduğu endişelerin bu boyutlara ulaştığını görünce ‘İşimiz demek ki sadece Allah’a kaldı’ diye düşünüp ürperdim. Öyle ya, İstanbul’un en sıkı şekilde korunan hanımları bile kapkaça karşı iláve tedbirler alma lüzumunu hissettiklerine göre, vaziyet vahimdi!
İşte, böyle sıkıntılı düşünceler içerisindeyken, birdenbire eski İstanbullular’ın kapkaça karşı asırlar boyunca uyguladıkları folklorik bir ádeti hatırladım: Hırsızdan, özel bir dua vasıtasıyla korunma ádetini... Duanın adı ‘Uğru Abbas’ idi; eski İstanbullular, özellikle de hanımlar bu duayı sandıklarının diplerinde saklarlar, sokağa çıktıkları zaman mutlaka yanlarına alırlar ve böylelikle hırsızın, uğursuzun ve yankesicinin şerrine uğramayacaklarına inanırlardı.
Uğru Abbas duası öylesine revaç görmüştü ki matbaanın olmadığı devirlerde hattatlar, hattá zamanın en meşhur hattatları tarafından hiç durmadan yazılmış; matbaanın gelmesinden sonra binlerce, onbinlerce adet basılmış, baskı üstüne baskı yapmış, üstelik defalarca şerh bile edilmiş, yani yorumlanmıştı. Şerhlerde duanın kaynağı hikáye ediliyor, içerisindeki bazı ifadelerin ne mánáya geldiği uzun uzun anlatılıyor, üstelik şárihler, yani şerhi yapanlar ‘Uğru Abbas’a rağmen kendinizi emniyette hissetmeyecek olursanız, bizde dua bol! İşte aynı işi görecek olan birkaç dua daha! Okuyun, üfleyin, koynunuzda taşıyın ve hırsızla uğursuz sizlerden uzak dursun!’ diyorlar ve daha başka metinler veriyorlardı.
Bundan 30-35 sene önce, Bayezid’deki Sahaflar Çarşısı’nda şimdiki gibi yeni yayın pazarlarının kurulmadığı ve hakiki sahhaflık yapıldığı günlerde en fazla aranan iki risáleden birinin ‘Uğru Abbas’, diğerinin de ‘Çevirgel Duası’ olduğunu dün gibi hatırlarım. Uğru Abbas málum, hırsıza; Çevirgel de gösterilen aşka ve sevgiye kayıtsız kalanlara karşı kullanılırdı ve her iki duanın meraklısı da genellikle kadınlardı. Kapkaça uğrayan yahut uğrama endişesi duyan kadınlar Uğru Abbas’ın, yana yakıla gönül verdiği erkekten beklediği alákayı bulamayan genç kızlar ise Çevirgel’in peşine düşerlerdi.
Uğru Abbas Duası’na olan merakımızın öyküsü, kısaca işte böyle... Ama yanlış anlaşılmasın, bu yazıyı ‘Kapkaçtan İstanbul’un valisiyle emniyet müdürünün hanımları da endişe duyduklarına göre hırsızlardan bundan böyle artık sadece bu dua ile korunabiliriz’ demek için değil, asırlar boyu varolan folklorik bir geleneğimizi hatırlatmak maksadıyla yazdım.
Ama siz, isterseniz gene de evlerinizdeki sandıkların diplerine bir ara bakıverin; belki anneannelerinizden yahut ninelerinizden kalma, sayfaları sararmış bir Uğru Abbas Duası’na rastlayabilirsiniz.
Duayı yorumlayanlar, işi Cebrail’e kadar götürdüler
UĞRU Abbas duası, Hazreti Muhammed’in zamanında yaşamış olan ‘Abbas’ adındaki bir hırsızla ilgili eski bir efsaneye dayanır.
Abbas her gece hırsızlık yapmakta, peygamber de hem ona, hem de onunla görüşenlere lánet etmektedir. Soygunlar ve lánetler senelerce devam eder ve hırsız, günün birinde eceliyle ölür. Abbas’ın yaptıklarından utanç duyan akrabaları, cesedi bir kuyuya atarlar.
Artık herkes böyle bir uğrudan kurtulduğuna şükrederken, Hazreti Muhammed’in rüyasına bir gece Cebrail Aleyhisselám girer ve ‘Abbas adındaki kişi, Allah’ın has kullarındandı ama cesedini kuyuya attılar. Var git, o cesedi çıkarttırıp namazını kıl. Abbas’ın namazını kılanlar cennet ehli olacaklardır’ buyurur.
Peygamber şaşırır ama Cebrail’in dediğini yapar, cesedi çıkarttırıp kefenletir ve ashábıyla beraber cenaze namazını kılar fakat, namazı ayaklarının başparmakları üzerinde durarak edá eder. Bu duruş cemaatin dikkatini çeker, sebebini sordukları zaman ‘Namaz sırasında gökten o kadar çok melek indi ki, ayağımı basacak yer bulamadım’ cevabını alırlar.
Hazreti Muhammed, seneler boyu lánet ettiği bir hırsız için Cebrail’in devreye girmesinin sebebini öğrenmek isteyince, Abbas’ın kızını bulur ve peygamberin huzuruna çıkarırlar. Peygamber ‘Bana babandan bahset!’ buyurunca, kız, Abbas’ın hikáyesini anlatır:
Söze, ‘Babamın, Allah’a yaraşır bir işi yoktu, her sene on ay boyunca hırsızlık yapardı’ diye başlar. ‘Ama, Recep ayı geldiği zaman boy abdesti alır, hırsızlığı bırakır ve sabahlara kadar bu duayı okurdu’ deyip Hazreti Muhammed’e káğıt üzerine yazılı olan bir dua uzatır. Abbas, kızının anlattığına göre, duayı soymak için girdiği evde para ararken bir sandığın dibinde bulmuş, alıp kendi evine getirmiş, okuduktan sonra mü’min olmuş ve zamanla hırsızlığı da bırakmıştır.
Peygamber kızın uzattığı duayı alıp önce yüzüne sürer, nurlu bir dua olduğunu farkeder ve okuyunca da duanın Abbas’a doğrudan doğruya Cebrail Aleyhisselám tarafından gönderildiğini anlar. Allah, bu duayı okuyanlara yerlerin ve göklerin ağırlığı mikdarınca sevap yazacak, okuyan kişinin günahları kumların sayısı kadar olsa bile affedilecek, duayı kefenine koyduranlar kabir azabından kurtulacak, kabirlerine cennet pencereleri açılacak, erkeklere huriler yoldaş edilecek, kadınlar da kıyamet gününde ayın on dördü gibi ayağa kalkacaklardır.
‘Uğru Abbas Duası Şerhi’nin giriş kısmında, efsane işte böyle anlatılıyor.
Enver Paşa’nın hanımı parasızlıktan altın dişlerini bile satmıştı
TÜRKİYE’de geçen hafta bir Enver Paşa rüzgárı esti. Yeni açılan İngiliz gizli belgelerinde, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru siláh tüccarı Basil Zaharof vasıtasıyla Boğazlar’dan geçiş karşılığında Paşa’ya milyonlarca dolar rüşvet teklif edildiği, üstelik avans olarak beş milyon dolar ödendiği ileri sürülüyordu. İddialar, hemen bütün gazetelerde birinci sayfadan gösterildi.
Önceki gün, Enver Paşa’nın torunu, yani bir zamanlar benim de kimya hocam olan kızı rahmetli Türkán Mayatepek’in oğlu Osman Mayatepek’ten konuyla ilgili uzun bir mektup aldım. Dedesi Enver Paşa ile ilgili olarak İngiliz belgelerinde ortaya atılan iddialar Osman Mayatepek’i oldukça hiddetlendirmişti ve İngiltere nezdinde hukuki girişimde bulunmayı düşünüyordu.
Osman Mayatepek’in mektubunun bazı bölümlerini aşağıda veriyorum:
‘...Tarih, sömürgeci devrin İngiliz hükümetlerinin, istihbaratının, hariciyesinin ve Sömürgeler Ofisi’nin rakiplerini içten çökertmek için bu gibi manevralarda pek usta olduğunu zaten göstermektedir. İngiliz Propaganda Bürosu’nun tarih kisvesi altında Arnold Toynbee gibi gençler de dahil olmak üzere bazı tarihçileri propagandalarına álet ederek meş’um ‘Mavi Kitap’ gibi yayınlarını hepimiz biliyoruz.
22 LİRALIK VASİYET
...5-6 yaşlarında olmalıydım. Bir gün her çocuğun yaptığı gibi isteyip de elde edemediğim birşey için huysuzluk ederken anneannem Naciye Sultan (Enver Paşa’nın hanımı) beni yanına çağırdı, çok nazik ifadelerle davranışımın uygunsuzluğunu anlattı. En son söylediklerini hiç unutmam: ‘Bak, ben gençliğimde saraylarda yaşadım. Ama sonra şartlar değişti ve çok zor günler geçirdim, hattá maddi sıkıntılar yüzünden dişlerimdeki altınları bile söküp satmak zorunda kaldım. Hepimiz kanaatkár olmalıyız. Bu ailenin çocuğu olarak senden de bu beklenir. Büyüyünce sebebini daha iyi anlarsın’.
...Dedemden kalan evrak arasında, savaşta öldüğü takdirde tahakkuk edecek olan 22 liralık ikramiyesinden tek tek sıraladığı borçlarının ödenmesinden sonra artacak sekiz liranın ailesine verilmesini vasiyet eden bir mektubu mevcuttur. İngilizler’den bu kadar para aldığı iddia edilen bir kimse çok sevdiği eşini ve ailesini hiç olmazsa birkaç yıl geçindirecek bir mebláğ bırakamaz mıydı?
...Türkiye’yi terkettiğinde beş parasız olan dedem, Rusya’ya gitmeye çalışırken uçağı Riga üzerinde düştüğünde yakalanıp konulduğu hapishanede altı ay resim yaparak kazandığı birkaç kuruşu hanımı Naciye Sultan’a göndermişti. Milyonlarca doları olsaydı, resim yapıp para kazanmaya mı çalışırdı?
...Dedem eğer paraya düşkün olsaydı ailesini bu durumda bırakmazdı. İngiltere’ye muhtaç olmadan zenginleşme imkánlarına da sahipti. Zaharof’a gelince, o da paranın üstüne oturduktan sonra asalet unvanıyla ‘sus payı’ almış görünüyor.
Bu gibi iddialar, diğer pekçok örneklerde olduğu gibi, hataları ne olursa olsun, vatanseverliği teslim edilen, aralarındaki rekabete rağmen kişisel saygınlığı ve dürüstlüğü Atatürk tarafından da ifade edilen Enver Paşa’ya bir leke sürmekten ibarettir’
Enver Paşa’nın torunu Osman Mayatepek, haklı olarak böyle yazıyor.
Şimdi, sırası gelmişken, iddialarla ilgili olarak Paşa’nın diğer torunu Arzu Enver’in ne düşündüğünden bahsedeyim: Geçen hafta söylentiler gündeme geldiğinde arkadaşım Arzu’yu arayıp şaka niyetine ‘Bu milyonlar yoksa sende mi?’ dediğimde, tek cümlelik bir cevap almıştım: ‘Dedem mi rüşvet yemiş? Çüş be!’