Murat Bardakçı: F tipini Abdülhamid bile bir türlü başaramamıştı

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Uşak'taki rezalete 'F tipi cezaevlerinin yokluğunun' sebep olduğunu söyledi. ‘‘F tipi’’ tartışması bizde aslında 1893'te, İkinci Abdülhamid'in iktidar yıllarında başlamış, zamanın hükümetleri Türk'ün bugün sözünü ettiği modern hapishanelerin inşası için proje üstüne proje hazırlamış ama inşaatlar parasızlık yüzünden bir türlü yapılamamıştı. İşte, yüz küsur senelik F tipi hapishane hayalimizin belgeli öyküsü...

Uşak Cezaevi'nde beş kişiyi canından edip devletle yaptığı pazarlıktán kárlı çıkan Nuriş adamlarıyla beraber Bilecik'e nakledildi, olan içeride ölenlere ve devletin haysiyetine oldu, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise suçu infaz sistemimize yükleyip ‘‘F tipi cezaevlerini yapabilmiş olsaydık Uşak'ta bütün bunlar yaşanmazdı’’ dedi.

Bakan Türk'ün sözünü ettiği ‘‘F tipi cezaevleri’’ yani bir odaya bir mahkum konacak şekilde inşa edilen modern hapishaneler Adalet Bakanlığı'mızın yüz küsur senelik hayaliydi.

Tartışmaları taaa Abdülhamid zamanına, 19. asrın sonuna kadar uzanırdı ve parasızlık yüzünden o zamandan beri bir türlü inşa edilememişlerdi.

İşte, ‘‘F tipi cezaevi’’ hayalimizin yüz küsur senelik öyküsü:

Koğuş sistemi o devirlerde de bugün olduğu gibi sıkıntılar yaratmadaydı ve zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid'e hapishanelerin perişanlığı hakkında sık sık şikáyetler geliyordu.

Abdülhamid, şikáyetlerin arttığı bir sırada, Avrupa gazetelerinde modern hapishaneleri konu alan haberlere rastladı. Gazetelerde eskiden birarada tutulan mahkumların artık ayrı odalara yerleştirildiği, konforlarının sağlandığı ve hapishanelerde yaşanan huzursuzluklara bu yolla büyük ölçüde son verildiği yazılıydı.

Hükümdarın emriyle Adalet Bakanlığı bünyesinde hemen bir komisyon kuruldu, komisyon ‘‘Avrupa tipi’’ denilen bir hapishanenin İstanbul'da inşası konusunu ele aldı. Abdülhamid'e sunulan komisyon raporuna göre şehir dışında Avrupa'daki hapishanelere benzeyen bir bina inşa edildiği taktirde sıkınıtılar ortadan kalkacaktı.

HÜCREDE HAVAGAZI BİLE VARDI

Abdülhamid, konuyu hükümete sevketti ve Bakanlar Kurulu 1893'ün 3 Mayıs günü yaptığı oturumda raporu karara bağladı: Yedikule'deki büyük kulenin önünde uzanan ve etrafı sur ile çevrili bulunan araziye Avrupa'daki gibi modern bir hapishane binası inşa edilecekti. İşin maliyeti, 2 milyon 556 bin kuruştu.

İlk projeyi, Alman bir mimar hazırladı. Hapishanede birer kişilik ve elektrikli 450 oda bulunacak, havalandırma ve merkezi ısıtma sistemleri olacak, bahçelere tarım alanları, atelyeler ve yürüme sahaları inşa edilecekti. Her hücreye mutlaka demir bir karyola, iskemle, masa, havagazı musluğu, tuvalet ve fırın konacaktı.

Projenin tamamlanmasından sonra daha ayrıntılı bir keşif yapıldı ve maliyetin 4 milyon 129 bin 400 kuruşa çıktığı görüldü. Herşey hazırdı ama küçük bir eksik kalmıştı: Para... Hükümet, modern bir hapishane uğruna Galata ve Haliç'teki hazine arazilerini satışa çıkartmayı düşündü ise de inşaat bir türlü başlayamadı.

Bundan böyle, koğuş sistemindeki olumsuzukların her ortaya çıkışında, parasızlık yüzünden rafa kalkmış olan eski proje gündeme geliyor, tartışılıyor ama gene de neticeye varılamıyordu. Proje tam dört defa ele alındı ve konuyu en son 1903'te, zamanın Adliye Nazırı Abdurrahman Nureddin Paşa yeniden ve büyük bir ciddiyetle gündeme getirdiı. Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla Avrupa'daki Osmanlı elçiliklerine için mühendis ve finansman bulmaları talimatı yollandı ve Avrupa'daki benzer hapishanelerin fotoğraflarını istedi.

Hükümet, beş yılda tamamlanacak olan projenin başına Mühendishane'nin yani zamanın Teknik Üniversitesi'nin hocalarından olan Ali Kemaleddin Bey'i getirdi ve Üsküdar'la surdışı arasında seçim yapmaya çalıştı. Maliyet artık 10 milyon kuruşa yükselmişti, bunun 5 milyonu belediye gelirlerinden, 1 milyon 300 bini hazineden, 100 bini de Bursa ile Konya'nın vergilerinden karşılanacaktı.

Ama Abdülhamid'in derhal yapılmasını istediği modern hapishane binası parasızlık ve ardarda alınan ‘‘fevkaláde tasarruf tedbirleri’’ yüzünden bir türlü inşa edilemedi. Derken aradan yüz küsur sene geçti ve hiçbir şey değişmedi. Abdülhamid'le Adliye Nazırı Abdurrahman Nureddin Paşa'nın söylediklerinin aynını bugün Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk söylüyor.

ZİNDANLAR KİTAP OLUYOR

Abdülhamid'in F tipi hapishane

projesinin ayrıntılarını genç tarihçi Gültekin Yıldız'ın bir türlü bitirip yayınlayamadığı ‘‘Osmanlı'da Hapishane Reformu’’ isimli çalışmasından aldım. Osmanlı Arşivleri'ndeki hapishane belgelerini elden geçiren Gültekin, cezaevlerinin Tanzimat ile İkinci Meşrutiyet arasındaki durumunu inceliyor, adalet sisteminin mali sıkıntılarını gözden geçirip ilk siyasi suçluları, cezaevlerindeki uyuşturucu kullanımını ve sapık ilkişkileri ele alıyor, sonra Osmanlı infaz sistemiyle Latin Amerika ülkelerindeki ve Çarlık Rusyası'ndaki benzerlikleri ortaya koymaya çalışıyor.

F tipi hapishane hayalimizin yüz küsur senelik öyküsü, ana hatlarıyla işte böyle. Ayrıntıları merak ediyorsanız İstanbul'daki Osmanlı Arşivleri'nde saklanan ‘‘Meclis-i Vükelá Mazbataları’’ yani Bakanlar Kurulu toplantı zabıtlarıyla hükümet kararlarını elden geçirin. Özellikle 94 ve 105 numaralı defterlerdeki 77 ve 30 sayılı kararlar işinize bir hayli yarar. Ama çabuk olun, zira birileri Osmanlı belgelerini çayıra yaymakla meşgul olduğu için birkaç hafta sonra ortada ‘‘Osmanlı Arşivi’’ diye birşey kalmayacak!..

Arşiv fareleri! Bir hafta bekleyin

İstanbul'daki Osmanlı Arşivleri'nin İkitelli çayırının ortasındaki barakalara nakledildiğini yazmam, nakil işinin kahramanlarını üzmüş ve meraka düşürmüş: Bir yandan tarihimizi altından dere akan çayıra taşıma işine tam gaz devam ederlerken, bir yandan da hadiseyi bana nakledeni bulmakla yani moda tabiriyle ‘‘köstebek’’ aramakla meşgulmüşler.

600 senelik arşivi çayıra seren aklıevvellere unuttukları bir hususu hatırlatayım: Bendeniz Osmanlı arşivlerine yabancı sayılmam, yıllar öncesinden alınmış araştırma iznim vardır, ihtiyaç duyduğum vakit arşive gidip çalışırım, dolayısıla Osmanlı arşivinin vakti zamanında ne olduğunu ve şimdi sayenizde ne hale geldiğini yakinen bilirim. Daha da önemlisi, arşive mekán yapmaya çalıştığınız ve altından derelerin aktığı çayır Hürriyet'in binasının çok değil bir kilometre kadar ötesindedir ve gazeteye her gidip gelişimde bu çayırın önündeki otobanı kullanırım.

Şimdi, huzurunuzu biraz daha kaçırayım: Rezaletin peşini bırakmadım ve önümüzdeki haftadan itibaren bu konuyu yeniden gündeme getireceğim. İşi çayıra saçılan milyarlardan tutun, vakti zamanında arşivdeki Ermeni belgeleriyle ilgili olarak açılan ama her nedense örtbas edilen idari soruşturmalara kadar götürmeye niyet ettim.

Dolayısıyla belgeleri yangından mal kaçırırcasına nakletmekle heba ettiğiniz vaktinizin kalan kısmını köstebek aramak gibisinden fuzuli işlerle geçirmeyin ve yazacaklarımı bekleyin. Zira dünyanın bu en zengin devlet arşivinin böyle perişan edilmesinin yaygarasını sonuna kadar yapacağım.

Tapınak Şövalyeleri'ni gay diye temizlediler

Tapınak Şövalyeleri, yedi asırlık aradan sonra İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın sayesinde Türkiye'nin gündemine geldiler. Tantan'ın büyük çapta yolsuzluk yapanları ve kendi bankasının içini boşaltanları ‘‘Tapınak Şövalyeleri’’ne benzetmesinden sonra şimdi günlerdir bu konuyu tartışıyoruz.

Ortaçağ'daki Haçlı Seferleri sırasında giderek güçlenen şövalyeler zamanla Avrupa'nın en büyük mali gücü haline gelip tefecilikle ve bankacılıkla uğraşmaya başlamışlar, servetleri zamanın hükümdarlarının hazinelerini bile geride bırakır olmuştu. Dolayısıyla paralarına el konması gerekiyordu ve bu işin yolu da iyi bir bahaneyle ortadan kaldırılmalarından geçmedeydi.

TANTAN NE DEMEK İSTEDİ?

Tarikat mensuplarının temizlenmesi işi Fransa'da, Kral Güzel Philippe'in emriyle başladı. Şövalyeler 1308'den itibaren ele geçirildikleri yerde birbirinden ağır işkencelerle öldürüldüler. Yokedilmelerinin amacı gerçi sahip oldukları büyük mali gücü ellerinden almaktı ama bunu ne Kral Philippe ne de idamları dini açıdan onaylayan zamanın papası Beşinci Clement açıkça söyleyebilirdi. Hiç kimse ‘‘Bu adamları mallarını ve paralarını almak için öldürüyoruz’’ diyemedi ve idamlara bambaşka bir gerekçe bulundu: Şövalyeler eşcinsel oldukları için öldürüleceklerdi... ‘‘Bunların hepsi oğlancı. Tek yaptıkları, birbirleriyle sapıkça işler etmek... Her an bu büyük günahı işliyorlar, dolayısıyla pis vücutlarının ortadan kalkması lázım’’ dendi, bir atın üzerine arka arkaya binmiş iki erkek şeklindeki amblemleri de eşcinsel oluşlarının kanıtı sayıldı ve binlercesi canlarından edildi. Şövalyelerin Rodos'a yerleşen son kalıntılarını da 1522'de Kanuni Süleyman ortadan kaldırdı.

Ben, Tantan'ın Tapınak Şövalyeleri ile ilgili sözlerini işittiğimde önce bu söylentileri hatırladım ve içime bir merak düştü. İçişleri Bakanımız şövalyeler konusunu günderme getirirken kelime oyunu ve edebi sanat yapıp kendi bankasının içini boşaltanlara ‘‘İ nokta’’ mı demek istedi acaba, ne dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları