Bizans’ın "yaşayan imparatoru" Üçüncü Henri, değişik memleketlerde o ülkenin zenginleriyle meşhur şahsiyetlerinin katıldığı ve giriş ücretinin gayet yüksek olduğu balolar tertip ediyor, on bin ile yüz bin dolar arasında bir mebláğ ödemeyi göze alanları "Bizans asili" ilán ediyor. İşin daha da garip tarafı, şimdi 88 yaşında olan bu kuaförü Malta Cumhurbaşkanı’nın kabul etmesi ve bazı İslam ülkelerinin Bizans balolarına katılan büyükelçilerinin de "Majesteleri Üçüncü Henri"ye saygılarını sunmaları...
SON senelerde sayıları giderek artan halife adaylarımızın, ermişlerimizin ve mehdilerimizin arasında şimdilerde akıllara gelmeyecek saçmalıkta bir başka hevesli daha dahil oldu ve 86 yaşındaki İtalyan bir kuaför, kendini
"Bizans İmparatoru" ilán etti. Milano doğumlu kuaför birkaç seneden buyana
"İstanbul tahtının várisi" olduğunu iddia ediyor, Bizans kartallarıyla haçların altında davetler veiyor ve asalet unvanları dağıtıyor.
Asıl adı
Enrico Vigo olan İtalyan kuaför, senelerden buyana
"İmparatorluk ve Krallık Majesteleri Üçüncü Henri de Vigo Aleramico Paleologo Canstantine" diye tantanalı bir isim kullanıyor ve bu ismi, daha da tantanalı başka unvanlar takip ediyor::
"Bizans tahtının várisi, Paleolog Hanedanı’nın şefi; Aziz Yuhanna, Aziz Yorgo, Kostantinopol Haçı ve Bizans İmparatorluğu’nun Asya Yıldızı tarikatlerinin büyük üstadı"...
İşte, bu satırlar dolusu unvanın sahibi
Üçüncü Henri, yahut asıl adıyla
Enrico Vigo, Bizans’a 13. asrın ilk çeyreğinden 1453’ün 29 Mayıs’ındaki yıkılışına kadar hákim olan Paleolog Hanedanı’nın son imparatoru Konstantin’in tahta geçmeyen ve 1443’te ölen kardeşi
Theodore Paleologos’un soyundan geldiği iddiasında. Tarihler, Paleologos hanedanının her ne kadar son imparatorun yeğeni
Andreas Palaologos’un 1503’te ölmesiyle nihayete erdiğini yazıyorlarsa da, Majesteleri
Üçüncü Henri ailenin devam ettiğini, 15. yüzyılın sonlarından itibaren Grek kimliğini terk edip İtalyanlaştığını ve bugünlere kadar geldiğini söylüyor, şeceresini de isimleri kayıtlarda hiçbir zaman várolmamış olan kişilere dayandırıyor.
İKİ KADINLA BERABER
Bizans’ın
"yaşayan imparatoru" Üçüncü Henri 1918’de İtalya’nın Milano şehrinde doğmuş, Kral
Umberto’nun sadık bir bendesi olmuş ama kralın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tahttan indirilmesi üzerine kendi ifadesiyle
"halkın demokratik kararına saygı göstermiş", artık saray işlerini bırakıp iş hayatına atılmış. Derken, asaleti yüzlerce sene öncesine uzanan bir aileden geldiğini hatırlayıp
"Bizans tahtının várisi" olduğunu ilán edivermiş. Üstelik bu işi yaparken kendisine bir de yardımcı bulmuş:
Sara Kuo adındaki Çinli bir kadın...
Enrico Vigo bütün bu oyunları
"özel elçi" tayin edip
"Lady" unvanını verdiği
Sara Kuo ile beraber tezgáhlıyor, kendisinden çok genç olan
Françoise adındaki bir Fransız kadını da yanında dolaştırıyor ve
François’in
"eşi", dolayısıyla da
"Bizans Prensesi" olduğunu iddia ediyor.
Kuaför
Enrico, birkaç seneden buyana değişik memleketlerde o ülkenin zenginleriyle meşhur şahsiyetlerinin iştirak ettiği ve giriş ücretinin gayet yüksek olduğu balolar tertip ediyor. Bu balolarda on bin ile yüz bin dolar arasında bir mebláğ ödemeyi göze alanlara
"dük",
"kont",
"marki" yahut
"şövalye" gibisinden asalet unvanları satıyor, yani bu zevátı
"Bizans asili" ilán ediyor. Kazandığı parayı, yine kendi iddiasına göre hayır kurumlarına, özellikle de göz hastalıkları konusunda araştırma yapan merkezlere dağıtıyor!
"Bizans asili" olma heveslilerinin başında ise, Uzakdoğulu zengin işadamları geliyor. Onlar talep ediyorlar, İtalyan kuaför de parayı vereni asil ilán ediyor!
Majesteleri Bizans İmparatoru, bütün bu işleri yaparken iddialarını hukuki zemine oturtmaya çalışmayı da ihmal etmiyor. Unvanlarını tasdik ettirmek için Avrupa’da dava üstüne dava açıyor ama henüz hiçbir davası karara bağlanmadığı halde, etrafa
"Filánca memleketin yüksek mahkemesi Bizans tahtı üzerindeki haklarımı kabul etti" gibisinden açıklamalar gönderiyor. Ama, bu arada diğer düzmece prenslerle birbirlerine girdikleri de oluyor. Meselá, Bizans’ın gerçek prensinin kendisi olduğunu iddia eden
Pietro Donato Paleologo Mastrogiovanni adındaki bir başka İtalyan,
Enrico Vigo aleyhine Milano’da hálá devam eden bir sahtekárlık davası açıyor.
MERAKLISINA DUYURULUR
Servet sahibi ve asalet meraklısı bazı enayiler Bizans’ın hálá devam ettiğine inanıp 80 küsur yaşındaki İtalyan kuaföre para akıtmakta bir mahzur görmüyorlar diyelim... Ama iş bu kadarla da kalmıyor: Seksenlik sahtekárı ciddiye alıp kabul eden devlet adamları yahut davetlerine giden diplomatlar da var. Meselá, Malta Cumhurbaşkanı
Guido de Marco, 2002 Kasım’ında
"Majesteleri Bizans İmparatoru’nun özel elçisi" Sara Kuo’dan bir
"Bizans nişanı" kabul etmekte hiçbir mahzur görmüyor, Endonezya’nın eski
"first lady"si
Ratna Dewi Sukarno bütün Bizans balolarının şeref misafiri oluyor ve bazı İslam ülkelerinin bu balolara katılan büyükelçileri de
"Majesteleri Üçüncü Henri"ye saygılarını sunuyorlar.
Ben, dünyanın dört bir kıt’asında işte böyle bir oyun oynayan, üstelik müşteri de bulan 80 küsur yaşındaki bir sahtekárın mevcudiyetinden parası olan ama hayallerindeki asalete bir türlü kavuşamayan bizdeki bazı soyluluk meraklılarını haberdar etmek istedim... Majestelerinden bir senedir gerçi haber alamıyorum ama arayan herhalde bulur.
Sözlüklere musallat olan beyler! Kanuni’yi de sansür ediverin bari
TÜRK Dil Kurumu’nun Başkanı Prof. Dr.
Şükrü Haluk Akalın kadını aşağılayan, kötüleyen ve ikinci sınıf gösteren deyimlerle atasözlerini sözlüklerden çıkartacaklarını söyledi.
Kararın saçmalığı hakkında gazetelerde günlerden buyana yazılıp çizildiği için, teşebbüsün ne kadar lüzumsuz, ne derece tuhaf ve nasıl bir işgüzarlık eseri olduğunu söyleyecek değilim. Ama, Türk Dil Kurumu’nun başındakilere dilde gerçek bir "temizlik" yapmaya niyetli iseler ve güçleri yeterse, sadece sözlükleri değil, birçok edebi ve tarihi eseri de sansür etmeleri gerektiğini hatırlatmakla yetineceğim.
Meselá, Türk Edebiyatı’nın eski devirlerde yaşamış çok önemli isimlerinin birçoğu, o devrin anlayışı yahut söyleyişi doğrultusunda kadınların aleyhinde sözler etmişlerdir. İlkönce yok edilmesi ve elyazmalarından mutlaka kazınması gereken beyit, Enderuni Fazıl’ın "Şairiz, fahişeler divanımıza giremez, böyle bir iş bize utanç verir" anlamına gelen "Şairiz, şeyn verir şánımıza / Giremez fahişe divanımıza" dediği meşhur beytidir. Bunu, Sümbülzade Vehbi’nin "Eli kınalı kadınlardan elini çek, zira erkeğe kanlı gömlek giydirirler" mánásına gelen "Dest-i hınná-zedelerden el çek / Giydirirler sana kanlı göynek" beyti yahut Lámii Çelebi’nin "Seni boyunca altına da gark etse, kahpeyi evinde tutma... Ona da, malına da lánet olsun! Malı da, kendisi de mel’un..." demek olan "Merd isen evde kahbeyi tutma / Ger boyunca batursa altuna / Lánet olsun ána ve máline de / Máli mel’un, kendi de mel’une" kıt’ası ve daha yüzlerce şiir takip etmelidir.
Temizliğin sadece edebi eserlerde değil, tarih kitaplarında, hattá arşiv belgelerinde de yapılması gerekir. Zira bu kitaplarla belgeler şimdi ayıp kabul edilen bazı sözlerle doludur.
İşte, binlerce benzeri olan ve Dil Kurumu’ndaki işgüzarların sansürünü yahut imhasını bekleyen böyle belgelerden bir örnek:
Günümüzde bambaşka bir mánáda, erkeklik organı karşılığı olarak kullanılan "y...k" sözü eski Türkçe’de "siláh" demektir, asırlar öncesinden kalma metinlerde çok sık geçer. Kelime, şimdi Osmanlı Arşivleri’nde bulunan "Mühimme Defterleri"nin "3" numaralısındaki 411. sayılı hüküm olan ve yukarıda fotoğrafını gördüğünüz belgede de birkaç defa kullanılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında, 1559’un 6 Ekim’inde Manisa, Muğla ve Aydın kadılarına gönderilen bu emirde, medrese talebesinden bazılarının ellerinde "y...k"ları olduğu halde pazar yerlerini bastıkları ve malları yağmalayıp bazı kişileri kaçırdıklarının haber alındığı söyleniyor, sonra "Bu ’y...k’lı eşkıyanın hakkından gelesiniz" buyuruluyor!
Haydi, hazır eliniz deymişken bu eserleri ve belgeleri de temizleyiverin beyler! Dilciliği sözlükleri sansürleyip dili fakirleştirme olarak algılayan ama seksen seneden buyana Türkçe’nin etimolojik sözlüğünü bir türlü hazırlayamayan, hemen her toplantısında bir öncekiyle çelişen kurallar getirip imláyı içinden çıkılmaz hále sokan, şapka işaretlerini bile bir koyup bir kaldıran, bileşik kelimelerin birarada mı yoksa ayrı mı yazılması gerektiği konusunda bile devamlı karar değiştiren allámelere yakışan iş, budur! Gücünüz yetiyorsa, değiştirin!