Beyoğlu yahut o zamanki adıyla Pera, sonra Bebek, Göztepe'nin arka tarafları, derken Beşiktaş'tan Yıldız'a doğru uzanan tepeler, Boğaz'ın sakin köyleri ve daha birkaç yer... Geçmişin 'güzel' İstanbul'unun seçkin ve zarif semtleriydiler...Sultanların, beylerin, beyzadelerin ve paşaların dantel gibi işlemeli konakları buralardaydı. Sahildeki mahallelerden denize kaneviçeyi andıran rengârenk kayıklar iner, iç taraflardaki konakların pencerelerinden dışarıya hafif bir piyanonun şuh nağmeleri taşar, o nağmeler ağaçlarla çiçeklerin çevrelediği yoldan ilerleyen tek atlı bir yaylı arabanın tıkırtılarına karışır; fesli ve feraceli semt sakinleriyle aşırıya kaçmayan dekolteye bürünmüş azınlık hanımları uzak bir hayali andıran bu pitoresk manzaranın tamamlayıcı unsurları olurlardı.Haliç'te iki semt daha vardı ki şıklıkta ve güzellikte ötekilerle boy ölçüşür gibiydi: Altın Boynuz'da birbirinin ardınca uzanan Fener'i ve Balat'ı.Fenerli BeylerTürk'üyle, Rum'uyla, Yahudi’siyle rengârenk bir kültür, din ve hayat tablosuydular... Cumbanın gerisinde Musevice bir ilâhinin, 'Havanagile'nin melodileri örülürken bir başka pencereden 'ş' yi dudakları bir türlü kabul etmeyen Rum dilberin 'Aaah Pasa mou' nidasını 'Aman yanako, psihumo nasafiliso'su takip eder ama bir valsin nağmelerinde, meselâ Gülnihal'de mutlaka birleşilirdi...Ve özellikle Fener, asırlar boyunca bambaşka bir dünya olmuştu. Rum'un fakiri bugünün Feriköy'üyle Kurtuluş'unun ilerisine düşen Tatavla'da yaşar ama Bizans'tan kalma Rum ailelerin seçkinleri Fener'de oturur, onlara 'Fenerli Beyler' denirdi. İmparatorluğun dış işleri, asırlarca bu beylere emanetti. Gerçi içlerinden padişahına hıyanet edenleri de çıkmıştı ve bu yüzden kellelerinden olmuşlardı ama her zaman için şık birer İstanbullu’ydular. Biraz Frengistan koksa da, 'Fener' demek şık, zarif, hoş bir semt demekti.Sonra devir değişti, devirle beraber Fener'le Balat'ın sakinleri de gitti, Haliç 'Altın Boynuz'luktan bir mezbeleye döndü ve sahil semtleri ikinci, üçüncü sınıf mahalleler haline geldi. Asırlar boyunca tarihi olayların içinde ve derininde yaşamış olan ve birer sanat eserini andıran zarif evlerin bir kısmı yandı, yanmayanları ya depo oldu, ya ahıra, ağıla döndü veya zevki mağara devrinde kalanların eliyle yıkıldı. Üniversiteye girişte puanı tesadüfen mimarlığı tutmuş ve sadece unvanı mimar olanlar da yerlerine sıra sıra zevksizlik anıtları diktiler.Bir zamanların güngörmüş Fener'iyle Balat'ı bugünkü boynu bükük hallerine işte böyle maceralarla dolu yüzyılları devirerek geldiler...Balat'ta geçen cumartesi sabahı hem yeri, hem de konusu bakımından ilginç bir tören vardı: Mekân olarak senelerdir kapalı olan bir kilise, Aya Yorgi seçilmişti ve saatler boyu semtin baştan aşağı yenilenmesi, eski şaşaalı günlerine tekrar kavuşması konuşuldu. Ama Adana'da aynı gün gelip çatan deprem felâketi toplantının gazete sayfalarına ve ekranlara yansımasına engel oldu.Kudüs’ten gelen faxAya Yorgi Kilisesi, Türkiye'deki öteki Ortodoks kiliselerinin aksine Fener'deki Patrikhane'ye değil, Kudüs Patrikhanesi'ne bağlıydı ve toplantıya Kudüs'ten faksla gelen özel izinle ev sahipliği ediyordu. Bahçesindeki dört asırlık olduğu söylenen çınarın gölgesinde bir kürsü kurulmuştu ve Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan, bu kürsüden Balat'la Fener'in tekrar hayata geçirilmesi, eski zerafetini yeniden kazanabilmesi için senelerdir hazırladığı projeyi tanıttı misafirlerine: Her iki semt de baştan aşağı yenilenecek, harap binalar birer birer restore edilecek, sakinlerinin refah seviyesinin artıracak projeler hayata geçirilecek, daha bir çok işler yapılacak ve Balat'la Fener'in fetihten sonra yüzlerce yıl devam eden parlak günlerine yeniden kavuşmalarına çalışılacaktı.Sadettin Tantan, Fener hayalini tek başına kurmuyordu. Avrupa Topluluğu Türkiye'de hazırlanan bir restorasyon projesine ilk defa destek veriyor, işin ciddiyetini görünce kesenin ağzını açıp Tantan'a ilk etapta 6 milyon dolar gönderiyor, merkezi Paris'te olan UNESCO da gelip bu iş için Fatih'te büro kuruyordu. Bazı Avrupa büyükelçileriyle diplomatlarının o gün sabah sabah Balat'a gelmelerinin sebebi buydu... Bizim Toplu Konut İdaresi'nin Tantan'ın Fatih'te meydana getirdiklerini farkedip birkaç kuruş vermesi halinde Avrupa'nın mali desteği daha da artacak, birkaç bina ve bir hayli aile daha ihya olacaktı...Sadettin Tantan'ın tanıtma toplantısından hemen sonra uygulamasını başlattığı projenin resmi adı, 'Balat ve Fener Semtleri'nin Rehabilitasyonu'. Binaları değil, semt sakinlerini de kapsıyor. Asırlık binalar sadece mimari gözle değil, sosyal ihtiyaçlara göre restore edilecekler. Oda sayıları arttırılacak, tuvaletlerle banyolar ayrılacak, eski zamanlardan kalma mutfaklar bugüne uyarlanıp daha rahat kullanılabilir hale getirilecek ve yapıların diğer bütün kısımları yenilenecek.İnsanlığın ortak hazinesiBunu, semtin ekonomik kalkınmasına yönelik projelerin uygulamaya konulması takip edecek ve temel amaç istihdam oranıyla mesleki faaliyetlerin artırılıp geliştirilmesi olacak. Katları çoktan yıkılmış ve bugün sadece duvarları kalmış eski binalardan biri 'zanaatkâr evi' haline getirilip marangozluktan duvarcılığa, boyacılıktan tesisatçılığa kadar vasıflı el emeğinin verildiği bir atelyeler topluluğu oluşturulacak. 240 öğrencinin ders göreceği 'Tekstil Teknik Enstitüsü' açılacak, okul sonrası çalışma merkezlerinde genç kesime bilgisayar ve yabancı dil dersleri verilecek.Bunlar, Fener'den ve Balat'tan çok uzaklardakilerin, Avrupa Topluluğu'nun bizden önce farkına varıp 6 milyon dolarlık ilk ciddi desteği gönderdiği Balat-Fener projesinin sadece birkaç kalemi... Balat'la veya Fener'le bir ilgimiz olsun veya olmasın, İstanbul'da yaşıyorsak, Bizans zamanından kalma harap sarnıçları sokaklardan kurtardığı yüzlerce çocuğun önlerinde sıra sıra dizili bilgisayar ekranlarında birşeyler yapmaya çalıştığı merkezler haline getiren, muhtaçların evlerine kaplar dolusu yemeği gece karanlığında sessizce gönderen ve tek kusuru başkaları gibi kendisinin reklamını yapmayan Sadettin Tantan'ın bu projesini desteklemek zorundayız. Çünki o gün Balat'taki Aya Yorgi Kilisesi'ndeki toplantıya katılan yüzlerce kişinin imzaladığı bildiride de söylendiği gibi 'Bu sokaklarla evler sadece bizim değil, tüm insanlığın ortak hazinesidir' ve biz bu eserlerin yalnızca sahipleri değil, aynı zamanda emanetçileriyiz.Kitabını yakıp evini depo ve ahır yaptıkDimitri Kantemir, Türk Müziği'nin ve Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerindendi. 17. asırda tam 21 yıl boyunca Balat'ta yaşadı. Evini bu yüzyılda önce depo, sonra da ahır yaptık ve bu arada ünlü Osmanlı Tarihi'ni 'muzır' bulup imha ettik. Kantemir'in evi yakında restore edilecek.Türk Müziği'ne eser verip üstad kabul edilen Zaharya, Nikoğos Ağa, Bimen Şen ve Vasilaki Efendi gibi bestecilerin isimleri sayılırken, 'Dimitri Kantemir' adı da listeye mutlaka ilâve edilir.Kantemir, o zamanlar 'Boğdan' denilen bugünün Moldavya'sında, 1673'te doğdu. Babası Konstantin, Osmanlı Devleti'ne bağlı olan Boğdan'ın voyvodası, yani prensiydi. Dimitri, voyvoda babasının İstanbul aleyhinde bir iş çevirmemesi için rehin olarak 17 yıl boyunca İstanbul'da Balat'taki evde yaşadı. İki defa kısa sürelerle Boğdan prensliğine getirildi ve 1711'de Türkiye'yle Rusya arasında çıkan savaşta Rusya'nın tarafını tuttu. Türkler'in Prut zaferi üzerine Rusya'ya kaçtı, Çar Petro'nun en yakınlarından oldu ve 1723'te Rusya'da öldü.Siyasi hayatındaki başarısızlıklara rağmen tarih ve müzik alanlarında seçkin bir bilim adamı olarak tanındı. Latince, büyük bir Osmanlı tarihi kaleme aldı. Aynı zamanda müzisyendi, kendine mahsus bir nota sistemi icad etmiş ve yazdığı bir Türk Müziği kitabının sonuna o günlerde revaçta olan Türk saz müziği parçalarının notalarını ilâve etmişti.Kitabın Kantemir'in elyazısıyla olan tek nüshası bugün İstanbul'da, İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Türkiyat Enstitüsü'nde saklanıyor.
button