Osmanlı Sarayı'nda oval ofis öyküleri

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Clinton'la Monica'nın Oval Ofis maceralarini öğrenmeyenimiz kalmadı ama bizim saraylarımızdaki oval ofislerde geçmişte yaşananlar nedense artık pek hatırlanmıyor. İşte bu maceralardan biri, Sultan İbrahim'in Oval Ofis öyküleri...

Bütün dünya haftalardır Clinton'la Monica'nın Oval Ofis'te neler yaptıklarını, daha doğrusu yapmadıkları nelerin kaldığını tartışırken ben vakti zamanında bizim saraylarda yaşanmış olan benzer hadiseleri düşündüm...

Hatırıma önce, Birinci Abdülhamid'le Ruhşah geldi. Hükümdarın 'Ruhşah'ım, Hamid'in sana kurban ola!' hitabıyla başlayıp 'Bu gece gel! Vallahi kendimi zaptedemez oldum' diye yakaran mektuplarını düşündüm. Derken, Abdülmecid'in Serfiraz'ını hatırladım. Cihan hükümdarının kalbini çalmayı beceren, kapısının önünde yalvartıp yakartan ama kapıyı bir türlü açmayan cariyenin yarattığı skandalları ve daha başkalarını; meselâ 17. yüzyılda, Sultan İbrahim'in hareminde olup bitenleri...

Sultan İbrahim bu işlerde anlaşıldığı kadarıyla diğer hükümdarlardan farklıydı. Öteki padişahlar gönül verdiklerini kendilerine bağlayabilmek için çileye girmişler, sevdiklerinin ayaklarının altına kalpleriyle iktidarlarını ardarda sermişlerdi ama içlerinde yanan ateşi üçüncü kişilere hissettirmemek için ellerinden geleni yapmışlardı. Sultan İbrahim ise hiç de öyle değildi. Çağatay Uluçay'ın yarım yüzyıl önce yayınladığı Topkapı Sarayı Arşivi'ndeki vesikalara bakılırsa 'Armut piş, ağzıma düş' havasındaydı ve araya sadrazamı Mehmed Paşa'yı sokmuştu. Bu çeşit 'ayarlama'lar artık sadrazamın vazifeleri arasındaydı ve 'iş'in içine bürokrasi de giriyor, herşey yazışmayla götürülüyordu...

Sadrazama yazdığı mektuplarda kadınlardan hep ayni ifadeyle bahsediyordu Sultan İbrahim: Sadece 'karı' diyor ve emri de değişmiyordu: 'Karıları getiresin!'... Bir mektubunda 'Selâmdan sonra: Önceki gün bir karı bulmuş idin... Bunu bize gönderesin, geç kalmayasın' diyor, Sadrazam Mehmed Paşa ise cevabını gece daha bitmeden yolluyordu: 'Vakit geç oldu. Kulunuza gönderdiğiniz yazıda ferman buyurulan avratı Allah izin verirse yarın bulduralım'. Mehmed Paşa'nın cevabını okuyunca, devlet işiyle ilgili önemli bir rapormuşcasına üzerine 'Mâlumum olmuştur' diye not düşüyordu Sultan İbrahim. Ama Paşa'nın 'vazifesini' iyi yapmadığı zamanlar da oluyordu tabii... Hünkâr işte o anlarda hiddetleniyor ve fasih bir Türkçe'yle kaleme alınmış mektuplar yolluyordu sadrazamına: 'Bre mütevelli yapılı kodoş!.. Bre karpuz kıyafetli p...!.. ...Senin derini soyup içine saman dolduracağım, bilmiş ol!'

Sultan İbrahim'in Monica'larının tam adedini bilmiyoruz. Tarihler birçok Monica'nın adını yazıyor ama bunlardan biri, 'Saçbağı' isimlisi sadece siyasi tarihte değil, musiki tarihinde de geçiyor. Saçbağı'nin kim olduğunu merak edenler, öyküsünü yine bu sayfada okuyabilirler...

Piri Reis'in itibarını 446 yıl sonra iade ettik

Portekiz'de önceki hafta sessiz sadasız bir iade-i itibar töreni yapıldı. İşin ilginç tarafı, törenin kahramanının 400 küsur sene önce Portekizliler yüzünden boynu vurulan meşhur denizci Piri Reis olması ve itibarının Portekiz'de iade edilmesiydi.

Piri Reis, Türk denizciliğinin piriydi. 1460'lı senelerin sonunda doğdu, maceralı ve çok uzun ömrünü Mısır'da bir cellâd satırı sona erdirdi.

Hayatı denizlerde savaşarak geçti. Gençlik senelerinde İspanyollar'a karşı Endülüs Müslümanları'nın yanında çarpıştı, sonra levendleriyle beraber Korsika, Sicilya, Fransa ve Sardunya sahillerinde akınlar yaptı. Yavuz Selim'in Mısır seferine kalyonlarıyla iştirak etti. Kanuni Süleyman zamanında Hindistan taraflarının Kapdan-ı Derya'sı oldu. Hürmüz Boğazı'nda Portekizliler'le savaştı, Muskat kalesini ve Aden'i aldı, sonra Basra'ya döndü.

Savaşçılığı kadar ilmiyle de meşhurdu. Yelken açarken kendisinden öncekilerin yazdığı deniz kitaplarını yanında götürür, gittiği hemen her yerin özelliklerini öğrenir, öğrendiklerini kâğıda döker ve o yerlerin haritalarını çizerdi. Bütün bu topladıklarıyla kendisi kadar meşhur olan eserini, 'Kitab-ı Bahriye'sini kaleme aldı. Çarpışmalardan birinde Kolomb'un seneler önce çizdiği ama hep gizli tutulan haritasının bir kopyasını elde etmişti. Bu çizime görüp bildiği yerleri de ilâve etti ve kendi ismiyle anılan meşhur haritasını çizip İstanbul'a, saraya takdim etti.

Hürmüz Boğazı taraflarındaki son seferinden Basra'ya döndüğü sırada 90'ına yaklaşmıştı. Portekizliler'in Basra'ya doğru gelmekte olduklarını duyunca o zamana kadar yapmadığı bir işi yaptı, savaşmaktan vazgeçti ve üç gemiyle beraber Mısır'a doğru yelken açtı. Gemilerinden biri fırtınaya yakalanıp battı. Haber İstanbul'da duyulunca zamanın hükümdarı Kanuni Süleyman asırlık amiralin geçmişteki hizmetlerini bir yana bıraktı, idamını emretti. Reis, Mısır'da boynunu cellâdın satırına uzattığında yıllardan 1552'ydi.

Sonra, aradan tam 446 sene geçti, 1998'e gelindi ve Portekiz'de geçen ay bir denizcilik fuarı düzenlendi. Fuara Türkiye de katıldı, saltanat kayıklı Türk pavyonu fuarın en beğenilen ilk üç pavyonu arasına girdi. O sırada bir tören yapıldı ve denizcilikten sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara, Portekizli meslekdaşına şık bir hediye verdi: Piri Reis'in çiniye işlenmiş dünya haritasını...

Dört asır öncesinin Türk devletinin Portekizliler'le savaşmadığı için hainlikle suçlayıp canından etttiği Reis'in itibarı dört asır sonra işte böyle iade edildi. Hem de Türkiye'de değil, Portekiz'de...

Sultan İbrahim'in Monica'sı

'Saçbağı', Sultan İbrahim'in gözdelerindendi. Hükümdarın huzurunda oynayan kızlardan, yani 'rakkase'lerden biriydi ve Sultan İbrahim gönlünü bu oyuncu kıza kaptırınca macerası o devrin şarkılarında bile terennüm edilir olmuştu.

Yan tarafta notasını verdiğim şarkı, işte bu eserlerden biri: Topkapı Sarayı'nın o senelerde yaşamış sakinlerinden Polonya'dan gelme ünlü dilci, tarihçi ve müzikçi Ali Ufki'nin 'Mecmua-i Sâz u Söz' isimli elyazması kitabının bir sayfası... Ali Ufki, eserin başlığını 'Sultan İbrahim'in Huzurunda Oynanan Raks' diye yazmış...

Güftenin ilk mısralarında 'Saçbağı takar saçına / Gider sarayın içine / Güzel sevenin suçu ne? / Saçbağı, devran senindir / Senindir nazlım senindir / Alemde seyrân senindir' deniyor. Şiiri bu kadarla bırakıyor ve devamını yazamıyorum, zira 'muzır'lığı sebebiyle tamamını nakletmeme bugünün yasaları biraz engel olmada...

Sultan İbrahim'le Saçbağı'nın şarkılara girmiş maceralarının ayrıntılarını merak ediyorsanız ve Osmanlıcanız varsa, yapacağınız iş gayet basit: Şimdi Biritish Museum'daki 'Sloane' koleksiyonunun 3114 numarasında saklanan yazmanın mikrofilmini getirtmek, 30.b numaralı sayfada yazılı olan güfteyi okumak, sonra da Clinton'un Monica merakıyla Sultan İbrahim'in Saçbağı tutkusunun şiddetini mukayese etmek...

Damad Paşa'nın kaçamağı

İstanbul sarayı, tarihinin büyük aşk skandallarından sonuncusunu bundan 94 yıl önce yaşadı. Zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid'in damadı Kemaleddin Paşa'nın hükümdarın tahttan indirilip Çırağan'a kapatılan ağabeyi Beşinci Murad'ın kızı Hatice Sultan'la ilişkisi olduğu ortaya çıktı ve İstanbul birbirine girdi. Erkeğin önünde senelerce devam edecek bir sürgünün kapısı açıldı, kadın ise hiçbir zaman sevmeyeceği bir kocaya verildi.

Kemaleddin Paşa, Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'nın oğluydu. Abdülhamid'in kızlarından biriyle, Naime Sultan'la evliydi. Sultan'ın Ortaköy'deki yalısında yaşıyorlardı ve komşuları da bir başka sultandı: Osmanlı tahtının Abdülhamid'den bir önceki hükümdarı Beşinci Murad'ın kızı Hadice Sultan. Bütün Sultan Murad ailesi gibi Hadice Sultan da babasının tahttan indirilmesinde amcası Abdülhamid'in parmağı olduğuna inanırdı ve ne amcasıyla teması vardı, ne de amcasının çocuklarıyla.

Ama kuzeni Naime Sultan'ın kocası Kemaleddin Paşa'yla bir teması oldu. Aylarca mektuplaştılar, bu mektuplardan birkaçı her nasıl olduysa Abdülhamid'in eline geçti ve ne olduysa oldu, Ortaköy'deki yasak aşk bir anda bütün İstanbul'un diline düştü. Hükümdar kızını hemen boşattı, Kemaleddin Paşa'yı Bursa'ya sürdü, Hadice Sultan'ı da adı sanı duyulmamış bir hariciye memuruyla evlendirdi.

Ama aşıkların kaderinde çok daha büyük acılar yazılıydı: Bursa sürgünü Kemaleddin Paşa 1908 Meşrutiyet'inden sonra İstanbul'a döndü ama adı-sanı bir daha hiç işitilmedi ve ne zaman nerede öldüğü bile duyulmadı. Hadice Sultan'a gelince: 1924 Mart'ında hanedanın bütün mensuplarıyla beraber Türkiye'den sınırdışı edildi. Kocası sürgüne gitmek istemedi, Sultan'ı boşayıp İstanbul'da kalınca Hadice Sultan sürgüne kızı Selma ve oğlu Hayri'yle beraber gitti. Lübnan'a yerleşti, kızını bir Hind racasıyla, Kotwara Mihracesi Seyyid Sacid Hüseyin'le evlendirip Hindistan'a gönderdi; oğlu intihar etti ve Beşinci Murad'ın kızı Hadice Sultan Lübnan'da tek başına, yokluk içinde can verdi.













Yazarın Tüm Yazıları