Uday yöntemi

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Irak'la ilişkilerin düzeltilmesine yönelik her yazıyı ve her sözü ‘‘Saddam'cılık’’ olarak damgalamaktan zevk alanlar yeni bir karalamaya hazır olsunlar: İşbu yazı, Saddam'ın büyük oğlu Uday'ı savunmak üzere yazılmıştır.

Efendim, Irak Milli Futbol Takımı 1998 Dünya Kupası için Kazakistan'la Bağdat'ta yaptığı ilk maçı kaybettikten sonra 29 Haziran'daki deplasman maçında da yenilip elenmiş.

Uday, öyle ülkelerde genellikle görüldüğü gibi, ‘‘Reis’’in oğlu olarak, aynı zamanda Irak Futbol Federasyonu'nun da başkanı.

Maç dönüşü, milli takım oyuncularını askeri bir kampa çekip falakaya yatırmış: ‘‘Siz misiniz, iki maç üst üste yenilip ülkenin adını rezil eden’’ deyip ayaklarına vurdurmuş sopayı. Saçlarını, bıyıklarını da zorla kestirmiş.

Ne olmuş yani? Çok mu fena etmiş?

Şimdi, bu konuda soruşturma başlatıldığını BBC'ye açıklayan FİFA sözcüsü Keith Cooper'ın söylediklerini bir yana bırakın ve siz siz olun, elinizi vicdanınıza koyup itiraf edin: Büyük tafralarla sahaya çıkmış futbolcuların kıçlarını kaldırıp koşmadıkları, gol yedikçe rakip oyuncuları seyretmekten ve hakemlere efelenmekten başka bir şey yapmadıkları ruhsuz oynanmış bir maçtan sonra, ‘‘Şunlara bir temiz sopa çeken çıksa!’’ demediniz mi içinizden?

Bukleli uzun saçlarla yeleli aslan gibi sahaya inen, sonra da yerinden kımıldamayan futbolcunun saçını sıfır numara kesmek geçmedi mi gönlünüzden?

Hele, bütün bu oyuncuların astronomik rakamlarla transfer piyasalarına hükmettiklerini, hazırlık kamplarında baş üstünde tutulduklarını, ulusal kahramanlar olarak çoluk çocuğun rüyalarından çıkmadıklarını biliyorsanız.

İster haftalar boyu gazetelerin renkli sayfalarında heyecanı körüklenmiş bir milli karşılaşma, ister fanatikçe tuttuğunuz lig takımının kritik bir maçı olsun, bütün beklentilerinizi öldüren bir oyunun ardından, sizi kahreden oyuncuları sıra dayağından geçirmek istemez misiniz?

O halde, sırf Saddam Hüseyin'in oğludur diye Uday'a kızmak niye?

Hem, rahmetli Hakkı Yeten'in erdemlerini bu kadar çabuk unutmak olur mu?

O Baba Hakkı ki, şimdilerde pek moda olan unvanların hepsini kendinde toplar, teknik direktör, antrenör ve takım kaptanı olarak, oyunun hem içinde hem dışında, Beşiktaş'ın öbür on oyuncusunu mum gibi idare ederdi.

Efendice, ama kendine özgü yöntemlerle.

Çünkü, Baba Hakkı'nın efendiliği, oyunu ciddiye almayıp laubaliliğe kaçan ve takımın puan kaybına yol açan oyuncuyu maç sonrasında bir güzel pataklamasına engel değildi. Hatta, Nasreddin Hoca'nın testi kırma hikâyesindeki peşin dayak misali, maç öncesinde ‘‘muhtemel hatalara ve ihmallere mahsuben’’ yaptırım uyguladığı bile söylenirdi.

Onun efendice otoritesi ile şimdiki Kaptan Recep'in laubaliliği arasında dünyalar kadar fark var. Haydi, maç oynanırken rakibin durumuna göre taktik yenilemek ve oyunculara yer değiştirtmek, iyi oynamayanları maç sonrasında cezalandırmak türünden şeyler şimdiki kaptanlardan beklenmez diyelim; ama, altyapıdan oyuncuların denendiği bir maçta, kulübede otururken ‘‘Hadi çık, biraz da sen oyna’’ dendiğinde bozulup teknik direktöre kafa tutmak takım kaptanına yakışır mı? Kaptanlık, efendilik değil midir?

Zaten Uday'ın da dayak faslını efendice mi, yoksa gaddarca mı uyguladığına bakmak gerekir. Baba Hakkı gibi efendice yaptıysa, sorun değil: Ruhsuz oyuncular biraz okşanırsa kıyamet mi kopar?

Yazarın Tüm Yazıları