Paylaş
BÜTÜN dünyadan New York'a gelen diplomat kalabalığı yavaş yavaş boşalıyor. Kala kala, Birleşmiş Milletler'de sürekli görev yapanlar kalacak.
Önce ‘‘Binyıl Zirvesi’’ denen olay toplamıştı o insanları. Devlet başkanlarıyla birlikte hayli diplomat gelmişti zaten. Genel Kurul'un yıllık toplantısı için gelenler de onlara eklenince sayı yükseldi.
Yıllık Genel Kurul toplantıları, çoğu zaman dışişleri bakanlarının, bazen de başbakanların konuşma yaptığı toplantılardır. Dış politika sorumluları bu vesileyle hep New York'ta toplanması, herkesin herkesi görebilmesine ve isteyenin isteyenle konuşabilmesine fırsat verir. Bakanların görüşmesi için aylar öncesinden randevular düzenlenmiştir. Bazısı önemlidir, başka türlü gerçekleşmeyecek bir buluşma bu olay sayesinde fazla formalite yaratılmadan kolaylaşmış olur. Bazısı da, sıradandır, yapılmasa ayıp olacağı için yapılır.
Ama görüşmeler, ister istemez ilgili diplomatların da New York'a gelmesini gerektirir. Ortaya çıkan kalabalığın temel nedeni budur.
Yıllık Genel Kurul toplantısında yapılan konuşmalar, dış politikaya ilişkin açıklamalarla birlikte Birleşmiş Milletler'in rolüne, önemine ve geleceğine dokunan görüşler de içermeden olmaz. Herkes, örneğin örgütün yenilenmesine, Güvenlik Konseyi'ndeki yapının değiştirilmesine, büyük devletlerle küçükler arasındaki dengesizliğin giderilmesine yönelik bir şeyler söyler, dünya barışının daha iyi sağlanabilmesi için öneriler getirir.
Aslına bakarsanız, bunların etki derecesi hayli tartışmalıdır.
Bundan önceki Genel Sekreter Butros Butros Gali, Birleşmiş Milletler'de köklü reform isteyen bir tutumla ortaya çıktığından, o zaman söylenenler söz konusu reformun yönünü belirlemede etkili olabilir sanılıyordu. Şimdi, reform sözü geri plana itilince, örgüte ilişkin olarak söylenenlerin de önemi azaldı.
Ama, bir gerçeği görmeden de olmaz: Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ‘‘Cemiyet-i Akvam’’, yani Milletler Cemiyeti, ilk on-on beş yıl sonunda etkisizleşmiş, yirmi yıl sonunda da İkinci Dünya Savaşı'na engel olamadan silinip gitmişti. O savaş biteli yarım yüzyılı geçti. Birleşmiş Milletler hálá ayakta. Aradaki savaşlar, dünya kapışmasına dönüşmeden geçiştirilebildi.
Bunun bütün başarısını Birleşmiş Milletler'e bağlamak elbet yanlış olur. Başta NATO-Varşova Paktı kutuplaşmasının ‘‘dehşet dengesi’’ olmak üzere, çeşitli nedenler var bu sonucu sağlayan.
Ama, gerçekçi olmak için, galiba bu olguyu da kabul etmek gerekiyor: Birinci Dünya Savaşı sonrasından farklı olarak, tek başına çok güçlü bir ülke, yani Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş boyunca ve ardından örgüte sahip çıktığı ve kendi dış politikasının araçlarından biri sayıp ona birtakım roller verdiği içindir ki, Birleşmiş Milletler hálá ayakta, hálá dünya düzeninin temel çarkıymış gibi birtakım işlevleri yerine getirir durumda.
Belki şansı ve herhalde trajedisi de bu.
Paylaş