Paylaş
Başarılı bir iş insanı olan Bil, ABD’de finans ve pazarlama eğitimi aldıktan sonra uzun süre bankacılık yapmış. Ardından marka iletişimi, yaratıcı reklam çözümleri gibi konularda hizmet vermek üzere kendi danışmanlık şirketini kurmuş.
Son 8 yıldır da sürdürülebilir kalkınma alanında kurumlara danışmanlık veriyor. Geçmiş dönem başkanı olduğu KAGİDER ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF), üyesi olduğu sivil toplum kuruluşları arasında.
Geçtiğimiz yıl da Accademia Italiana della Cucina Türkiye Başkanı olarak İtalya ve Türkiye arasında gastro-ekonomi, sürdürülebilir tarım ve yenilenebilir enerji alanında ilişkilerin gelişmesi için yaptığı çalışmalar nedeniyle İtalya Cumhurbaşkanı tarafından yabancılara verilen “Ordine della Stella d’Italia” devlet nişanına layık bulunmuştu.
BİR YARIŞMA ANCAK JÜRİ ÜYELERİ KADAR İYİDİR
Dilek Bil’e göre bir şarap yarışması ancak jüri üyeleri kadar iyi olabilir. Bu yüzden de yarışma için konusunun en iyilerini bir araya getirmişler.
Altısı ödüllü “usta sommelier” olmak üzere 11 şarap uzmanı jüri olarak görev almış.
Ama biz Bil ile yarışmanın sonuçlarından, kimin hangi madalyayı aldığı ya da alamadığından çok böylesi etkinlikler sayesinde Türkiye’de bağcılık ve şarap üretimine katkı sağlayacak, farkındalık yaratacak gelişmeleri konuştuk. Hepimizin bildiği gibi ülkemiz bir bağcılık ülkesi. Üzüm üretiminde Çin, İtalya, ABD, İspanya, Fransa’dan sonra 6’ncı sırada yer alıyoruz. Ancak bu 4.1 milyon ton üzümün sadece yüzde 3’ü şarap üretimine gidiyor.
Dilek Bil, yarışmanın hedefinin; 30 milyar euro’luk dünya pazarında, yaklaşık 10 milyon euro olan ve potansiyelimizin çok altında kalan ihracat payımızın artmasına destek olmak olduğunu söylüyor.
“Anadolu ve Trakya’dan dünyaya yayılan şarap ve bağcılığı, uluslararası standartlarda hak ettiği noktalara taşıyabilmek, Türk şarapçılığının yükselişine hep beraber katkı sunabilmek için çalışıyoruz. Sonuçta kazanan Türkiye olacak” diyor.
Bu yılın yeniliklerinden biri de Emir, Narince, Kalecik Karası, Öküzgözü, Boğazkere ile Trakya ve Anadolu’nun Bornova Misketi, Sıdalan, Acıkara, Karasakız, Papaz Karası gibi görece az bilinen üzüm cinslerinin gruplanarak değerlendirme yapılması.
Bu sınıflandırma Türk üzümlerinden hangilerinin dünya pazarlarında şansı olacağını belirtmesi açısından önemli.
Dilek Bil’in söz ettiği bir diğer güzel gelişme de apelasyon sistemi yani kontrollü köken adlandırılması çalışmalarına yakında başlanacak olması.
Yeniköy’de Eski Adet
Yeme-içme sektörü her ne kadar zor olsa da cazibesini hiç yitirmez.
Farklı alanlarda çalışanların birçoğunun gönlünde hep bir restoran açmak yatar, bazıları da bu hayallerini gerçekleştirir.
Bu isimlerden ikisini geçen hafta tanıdım. Yeniköy Eski Adet’in sahipleri, aslında yaptıkları işte başarılı olmuş iki profesyonel olan ikiz kardeşler Ali ve Kemal Gürsoy.
Ali Gürsoy, ABD’de siyaset bilimi okumuş, ardından İngiltere’de işletme yüksek lisansı yapmış. Bir süre Londra’da çalıştıktan sonra İstanbul’a dönerek enerji sektöründe faaliyet gösteren aile şirketlerinde görev almış.
Kemal Gürsoy da Duke Üniversitesi’nde hukuk eğitimini tamamladıktan sonra uluslararası firmalarda 15 yıla yakın bir süre avukat olarak çalışmış.
Eski Adet’te yemek yerken hepinizin aklından geçen soruyu ben de onlara yöneltiyorum: “Yurtiçinde ve dışında istediğiniz yerlerde yemek şansınız varken, işlerinizde başarılıyken neden böyle bir karar aldınız?”
Onları bu maceraya iten yemek kültürümüzün yurtdışında çok iyi temsil edilememesi olmuş. Yabancı arkadaşları onları kendi kültürlerini yansıtan çok şık ve lezzetli restoranlara davet ederlerken, onlar Türkiye mutfaklarını anlatan şık bir restoran bulamamanın üzüntüsünü çekmişler.
Sonuçta yurtdışında böyle bir girişim yapmaya karar vermişler. Ancak restorancılıkta hiç deneyimleri olmadığı için ilk restoranı İstanbul’da açıp sonra yurtdışına gitme kararı almışlar.
Eski Adet, Yeniköy’ün ara sokaklarından birinde yer alıyor.
Dekorasyonundan yemeklerine kültürümüzü yansıtan, unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri hatırlatan, nostaljik vurguları olan bu lokanta-meyhanenin kapısından içeri girdiğinizde kendinizi 70’lerde ya da 80’lerde hissediyorsunuz. Mobilyaları, tabak ve bardakların büyük bir bölümünü antikacılardan toplamışlar.
Rakı için kullandıkları çay bardaklarıyla, ev yapımı likörleriyle hem de müzikleriyle eskiye olan özlemi gidermek istemişler. Ama yavaş yavaş bardaklar, tabaklar, çatal bıçaklar anı olarak alınmaya başlayınca yerine yeni versiyonlarını almak zorunda kalmışlar!
Menüyü de aynı konseptle Saray ve Rum mutfağını yorumlayarak oluşturmuşlar.
Menüden seçtiğimiz Yeniköy usulü köpoğlu, keçi peynirli pancar çıtır Girit kabağı, arpa şehriyeli kuzu tandır, ballı susamlı peynirli börek, kokoreç, balzamik soslu ahtapot ve dondurmalı pişmaniye bu uyumu yansıtan lezzetli örneklerdi.
Yeniköy Eski Adet umarım yoluna daha da gelişerek, her geçen yıl daha da olgunlaşarak devam eder.
Bu arada Atina’da benzer konseptte bir restoran açma hazırlıklarına da başlamışlar.
Özlemişiz
Yemekle müziği bir arada tercih eden biri değilim ama bazen çok iyi olabiliyor, hele sevdiğiniz bir sanatçı sahne alıyorsa. İstanbul’un en büyüleyici yerleri arasında olan Four Seasons Hotel Bosphorus’un terasında yaz boyunca “Ay Işığı Geceleri” adı verilen konser dizisi düzenlenmeye başlamış.
İlk performans sahnede hem oyunculuğunu hem de sesini çok iyi kullanan ve uzun süredir izleme fırsatı bulamadığım Zuhal Olcay’ındı ve bizim gibi sanıyorum tüm konuklara keyifli bir akşam yaşattı.
Otelin baş aşçısı Görkem Özkan ve ekibi her performans için ayrı bir menü hazırlıyormuş. Olcay için hazırlanan menüde yer alan kuşkonmaz brüle, ıspanak ve ricotto dolgulu ravioli, yanında domatesli kalamar yahniyle sunulan levrek fırın sade, yalın ve lezzetliydi.
80’lerden bu yana bir klasik olan Yeni Türkü 2 Ağustos, Demet Sağıroğlu 30 Ağustos, Barbaros ise 19 Eylül’de sahne alıyormuş.
Paylaş