Paylaş
Havalimanından 1.5 saatlik kara yolculuğuyla Semporna’ya geliyor, oradan da bir sürat teknesi tutup 1.5-2 saat okyanusta açılıyorsunuz.
45 dakika sonra zaten mavilikten başka bir şey görmüyorsunuz. Ve en sonunda okyanusun ortasında kazıklar üzerine kurulmuş ahşap evlerden oluşan köye varıyorsunuz.
Burada Bajau Su Çingeneleri yaşıyor. Sistemin tamamen dışında; devlet baskısı, toplum baskısı veya dini baskılar olmadan yaşayan bir topluluk.
Bu insanlar bizim çağdaşımız, başka bir yüzyılda ya da başka bir gezegende yaşamıyorlar.
Ama sürekli gülüyor, yağan yağmurdan, doğan güneşten mutlu oluyorlar.
İhtiyaçları kadarını okyanustan alıp onunla yetinebiliyor, fazlasına göz dikmiyorlar.
Demek ki üzerinde baskı yaratan sistemleri kaldırdığınızda insan aslında barışçıl, huzurlu ve kendi kendine yetebilen bir canlı.
Bajauların sığınacak bir kulübeleri, karınlarını doyuracak kadar yiyecekleri var ve mutlular.
Akşam 3 tane balık mı yiyecek, 3 balık tutup evine dönüyor; yarım saat daha kalsa 4’üncüyü, 5’inciyi yakalayacak ama bunun peşine düşmüyor.
“Bugünü hallettik” diyor ve toplanıp gidiyor.
Bize dönüp bakarsak... Bir sistemin içinde kıstırılmış durumdayız. Bu sistem yoksulu da, zengini de köleleştirmiş. Üzerimizdeki baskılarla mutlu ve huzurlu yaşamlar sürmemiz hiç de kolay değil. Bunu antidepresan kullanım oranlarına, kendini yoga ve meditasyona verenlerin sayısına bakıp görebiliriz.
Bajauların varlığını ve yaşam tarzlarını Hasan Cem Araptarlı’nın “Su Dünyası” adını verdiği fotoğraf kitabından öğrendim.
Araptarlı Myanmar, Kamboçya ve Bajau Su Çingeneleri’nin yaşadığı yerlere yaptığı seyahatlerde çektiği fotoğrafları kitaplaştırdı.
Bajauları şöyle anlatıyor: “Pasifik Okyanusu’nun batı kıyılarında, Malezya açıklarındalar ama Malezyalı değiller. Okyanusun ortasında unutulmuş insanlar. Hiçbir yere ait değiller, dinleri yok, yazılı bir tarihleri yok. Dillerini sadece kendileri biliyorlar. Yazılı bir dil de değil, nesilden nesle geçiyor.”
Bajaular birkaç yüz yıl önce Filipinler’den kovulduklarında ev olarak kullandıkları teknelerine atlayıp Malezya açıklarına gelmişler. Okyanustaki adalardan kestikleri ağaçlarla evlerini okyanusun ortasına yapmışlar.
Malezya açıklarında böyle irili ufaklı 50 civarında köy olduğundan söz ediyor Araptarlı:
“Okyanusla beraber kurallarını koydukları bir hayat yaşıyorlar. Semporna’ya yakın köyler de var ama oralarda uzak köylerin hissi yok. Çünkü onlar sistem ağının içindeler. Oralarda geçen tankerleri görüyorsun ve tam olarak kendini bu dünyanın dışında hissetmiyorsun. Ama karadan 2 saat açılıp vardığın köylerde içini bambaşka bir his kaplıyor. Masal gibi.”
Araptarlı’nın dediğine göre, üzerlerinde hiçbir baskı olmaması ve doğayla baş başa yaşamaları onları çok özgür kılıyor.
Araptarlı bu kitabıyla dünyanın en prestijli fotoğraf ödülü olan International Photography Awards’de 162 ülkeden 17 bin 32 katılımcı arasından sıyrılıp takdire değer görüldü.
ND Awards’de ise birincilik ödülünün sahibi oldu.
Kitabı kitapçılarda bulabilirsiniz. Sergisi ise 14 Ocak’ta Nişantaşı’ndaki Çağla Cabaoğlu Galeri’de açılıyor. Kaçırmayın.
Paylaş