Paylaş
Bana gelen mesajda şöyle diyordu:
“Ne: D12 İklim Adaleti İçin Kırmızı Çizgiler Eylemi
Ne zaman: 12 Aralık saat 12.00
Nerede: Avenue de la Grande Armee
Ne giymeli: Kırmızı bir şey, şemsiye, atkı, poster, afiş vb.
Ek bilgi: Olağanüstü hal şartlarına göre politik mesaj verme amaçlı olarak iki kişiden fazlasının bir araya gelmesi ‘yasadışı gösteri’ sayılıyor. Alanda sinyal verilene kadar (İsrafil boru üfleyecek), ikili gruplar halinde duruyoruz. Borudan sonra kırmızı çizgiler eylemi yapılacak.”
Mesajı aldığımda ilk aklımdan geçen şu oldu: “Bizde SMS ve eylem sözcükleri valilikler bir eylemi yasakladıklarını SMS’le bildirdiklerinde bir araya geliyor.”
Aklım bir anlığına gelip gitse de demokrasinin hüküm sürdüğü Fransa’da olduğumu hatırlayıp rahatlıyorum.
*
Ertesi sabah yanıma Talcid’li su veya maske almaya ihtiyaç duymadan Richard Lenoir durağının peronunda TEMA Vakfı CEO’su Barış Karapınar’la buluşuyorum. Karapınar küçük kızı Dila’yı da yanında getiriyor. Dila neredeyse dünyaya gözünü açtığında ‘eylem’in anlamını öğrenmiş. Yakın zamana kadar İsviçre’de BM’nin binasına yakın oturdukları için, binanın önündeki eylemlerden kavrama aşinaymış.
Metroya atlayıp Charles de Gaulle Etoile durağında iniyoruz. Greenpeace eylemcilerinin sarıya boyadığı, Zafer Takı’nı çevreleyen yoldan Avenue de la Grande Armee’ye yürüyoruz.
Trafiğe kapatılmış bu caddede binlerce kişiden oluşan dev kalabalıkla karşılaşıyoruz. Sonra İsrafil boruyu üflüyor ve eylem başlıyor.
*
Aslında Paris’te hükümetler arası iklim pazarlığının kapalı kapılar ardında sürmesine tepki olarak planlanmıştı bu eylem. Ve aslında son ana kadar eylem, daha çok kısa bir süre önce tarihinin en büyük terör saldırısına uğramış Paris’te güvenlik nedeniyle yasaklanmıştı.
Yani aslında biz bu caddede toplaşarak şansımızı zorluyorduk.
Bizim ülkemizde olsa biz daha toplanma alanına yürürken gaz yemeye de başlamıştık.
Sadece güvenlik nedeniyle değil, o sırada ülkemizin ev sahipliği yaptığı bir zirveyi protesto ediyoruz diye de bu eylem için
izin alamazdık.
Ama işte burası Fransa’ydı ve halkın gösteri hakkı demokrasilerinin bir parçasıydı.
*
Bir saat öncesine kadar yasak olan yürüyüşe izin verilip kalabalık ilerlemeye başlayınca, çoğunluğu 20’lerinde gençlerden oluşan, rengârenk giysiler içinde dans eden kalabalık bana bir protesto yürüyüşünden çok bir festivaldeymişim gibi hissettiriyor.
Kilometrelerce uzanan kalabalığın üzerinde kaldırım taşlarını sembolize eden dev balonlar elden ele dolaştırılıyor. Üstümüzden geçerlerken onlara dokunma fırsatını kaçırdığı için bize küsen Dila’yı babası kucağına alıp balonların peşine düşüyor.
Ben de öne doğru ilerliyorum. Eylemin fon müziğini yapan davulcular arasında Türkiye’den bir gence rastlıyorum. İsveç’te gazetecilik okuyormuş, oradan gelmiş buraya.
Davullar arada bir susuyor ve yürüyüşün ana sloganı yankılanıyor:
“Ne istiyoruz?” diye bağırıyor biri...
“İklim adaleti” diye haykırıyor
binlerce insan.
“Ne zaman?” diye bağırıyor bu sefer...
“Şimdi!” diye haykırıyor herkes.
Petrole, kömüre lanet eden yaratıcı pankartlar ve afişler havada dalgalanıyor.
Gaz yok, TOMA yok, tek tük polis var. Onlar da gülümsüyor ve hatta göstericilere yol veriyor.
*
Bir günlüğüne de olsa, demokrasiyi soluduğum için mutlu oluyorum.
Eylemde yüzüme yapışan gülümsemeyi de oradan ayrıldıktan sonra gün boyu yüzümde taşıyorum.
Hayat iniş çıkışlar demek, doğru.
Ama Türkiye’ye döndüğüm gün Diyarbakır’da protesto yürüyüşüne katılıp vurulan iki gencin haberini almamla inişim çok sert oluyor.
Mutluluğun yerini yine kendi gerçekliğime isyan alıyor.
Ne yazık ki, bu ülkede biz isyanımız oluyoruz, isyanımız biz oluyor.
Arada bir çıkabilenlerimiz çıkıp temiz havayı soluyor...
Ama o isyanı, o sitemi, o öfkeyi ve küskünlüğü içimizden söküp atmak mümkün olmuyor.
Paylaş