Dışarıdan içeriye baktığınızda hiç meyhane hissi vermeyen bir yerde.
Ve tartıştığımız konu şu: Ara sıcak olarak gelen ahtapot bacaklarının sayısı neden yedi? Malum, ahtapot sekiz bacaklı olur.
Mekanın sahibesi masaya yaklaşınca soruyoruz, “Yedi kişisiniz diye yedi bacak getirdik” diyor. Ardından masada “Sekizinci bacağı şef tatmak için almış” türünde kötü espriler patlıyor. Ama hemfikiriz, bu hayatımızda yediğimiz en iyi ahtapot.
Sıdıka’dayız. Akaretler’i kesen şair Nedim’in üzerinde, ihtişamlı Sıraevler’in kesilip sokağın mahalleye dönüştüğü noktanın az ilerisinde.
İki yıldır burada Sıdıka; bilen biliyormuş ama bizim grupta çoğumuz adını ilk kez duyuyor.
MÜHENDİSLİK OKUDU MUTFAĞA GİRDİ
Restoran adını sahibesinden alıyor. O da son yıllarda restoran sahibi olan birçokları gibi alakasız bir meslekten geliyor; aslen inşaat mühendisi. ODTÜ’yle yetinmiyor, üzerine bir de Güney Fransa’da yüksek lisans yapıyor. Fransa aslında yeni mesleğinin temellerini atıyor: Yemekte kullanılan malzemenin kalitesinin tabağa gelme sürecinde en önemli faktör olduğunu görüyor, yöresel tatları korumanın önemini idrak ediyor. Bitirme tezine organik tarımla da ilgili bir bölüm ekliyor. Yani, farkında olmadan bilgi sepetinde birçok malzeme biriktiriyor.
Mönüdeki yemekler Sıdıka’nın mutfaktaki sefarad aşçısı Refka’yla fikir teatisi sonucunda ortaya çıkıyor.
Restoran gündüz ve gece farklı birer kimliğe bürünüyor. Semtteki iş yerleri nedeniyle her öğlen değişik set mönüler çıkıyor.
Akşamları verilen “meze restoranı” mönüsü sağlıklı, modernize edilmiş geleneksel meze ve balık lezzetlerinden oluşuyor. Sıdıka, hazır sosu, baharat çeşnilerini, kötü malzemeyi mutfağa sokmuyor. Karides taze, deniz ürünleri de en sade haliyle hazırlanıyor. Bunların arkasındaki güç disiplinli Muhammed Usta.
BÜTÜN MALZEMELER YÖRESİNDEN GELİYOR
Pazarda bulamadığı otları yerlerinden getiren özel bir otçusu var Sıdıka’nın: Kaya koruğu, deniz fasulyesi, ebegümeci, hardal otu, turp otu, pancar otu, deniz börülcesi, kazayağı, şevketi bostan, labada... Zeytinyağı ve kırma zeytin Edremit’ten; tulum, ayvada, kidonya ve sübye yumurtası Cunda’dan; kaya koruğu Mersin’den; sofra şarabı Edirne Yeniköy’den geliyor.
Buraya sadece “Abidin”i tatmak için bile damlayabilirsiniz. “Mutluluğun resmi”nden yola çıkıp Abidin adını verdikleri acı çikolatalı bu tatlı mutluluğun resmi mi bilmem ama kaşıklayıp mutlu olmamak mümkün değil.
Sadece mekanın dekorasyonu değil, müziği de anti-meyhane. Rakı-meze deyince akla hep ya Yunan ezgileri ya Türk Sanat Müziği gelir ya... Burada caz çalıyor. Sıdıka şimdilik Müzeyyen Senar ısrarlarına direniyor.
Başbakan da Twitter’a girsin
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Twitter’dalar.
Ama Chavez gibi, Obama gibi, Gül de kendi yazmıyor tweet’lerini. Büyük devlet adamlarının tweet’lerini ekiplerinden birileri yazıyor. Gül’ünkileri de danışmanlarından biri kendisinden onay alıp yazıyor.
Chavez’in tweet’leri ıspanyolca malum, bir arkadaşım ne yazdığını anlamak için dakikasında Google Translator’dan Türkçeye çeviriyor.
Dikkat çekici olan, Chavez Twitter’a girdiğinde birkaç saat içinde takipçi sayısı 200 binleri buldu. Ben bu yazıyı yazarken, ilk tweet’ini 7 Nisan’da atmış olan Gül’ün 22 Mayıs’ta takipçi sayısı henüz 15 binlerde. Twitturk.com’a göre Twitter’da 70 bin kayıtlı Türk görünüyor, yani siz bu sayıya tahminen 100 bin deyin, hatta belki çok daha fazla. Yani, ülkenin cumhurbaşkanının takipçi sayısının daha hızlı daha yükseklere çıkmasını beklerdik, yanlış mı?
Ben diyorum ki Başbakan Erdoğan da Twitter’a girsin. Hem de fark yaratıp tweet’lerini kendi yazsın.