İki gün önce “dizi hassasiyeti delirmeleri” konusunda “zirve” yaşandı.
Bir grup avukat, Behzat Ç. dizisinde yer alan bir sahne yüzünden ayaklandı. Sebep şu: Polis memuru Harun karakteri, tuvalete girdi, ellerini yıkadı, sağına soluna bakındı, elini nereye sileceğini bilemedi ve hemen yanında duran ve bir başkasına ait olan avukat cübbesine ellerini kurulayıverdi. Ve “dizi hassasiyetleri müessesesi” devreye girdi: Bir avukat kalktı, “Mesleğimize AĞIR bir saldırı söz konusu” dedi. Hayır gören de adam tuvalete girdi, cübbeyi gördü, elini kuruladıktan sonra cübbeyi yere atarak üzerinde tepindi ve “Kahrolsun avukatlar” diye slogan attı sanacak. Bu sahne ile ilgili olarak bazı avukatların ağız birliği yapmışçasına “Onurumuz söz konusu” diyebilmesi için böyle bir hadisenin gerçekleşmesi lazım... Burada “mesleğe ağır saldırı” filan değil, tuvalette kimse yokken çaktırmadan başkasının malı üzerinde ellerin kurulayan bir adamın komedisi var. O kadar! Ha, madem iş bu noktaya geldi, madem bu kadar ultra hassasız, bundan sonra gazetede yazan bir insan olarak ben de hassasım arkadaş. Peşin peşin de söyleyeyim, uyarımı yapayım, artık gazeteyi okumak dışında hiçbir maksatla kullanmayacaksınız. Gazeteleri yerlere sererek, kırılacak eşyalarınızı sararak, cam silerek mesleğimize ağır saldırılarda bulunmayınız. Camlarınızı gazete kağıdıyla silerken bir grup gazeteci evinizin bahçesinde toplanır, “Gazetemizle cam siliyorlar, gururumuz ayaklar altında” diye gösteri yaparlarsa şaşırmayınız. Ben de orada olacağım, bana el sallayınız. Ya da taşınırken kırılacak eşyalarınızı gazetelere sararsanız, karşınızda yine beni bulacaksınız. Size “Burada büyük bir hakaret söz konusu, onurumuzu çiğniyorsunuz” dersem garipsemeyiniz, zira artık bunlar normal hassasiyetler. Gazete kağıdına içki sarma konusuna girmiyorum bile, bunu yapanı gördüğüm yerde polisi arayacağım. Şikayette bulunacağım. Onur, gurur... Ağır saldırı... Rencide olmak... Hakaret... Delireceksek hep birlikte delirelim!
Çok “yeni” duruyor
Hazır “dizi” meselesine girmişken Muhteşem Yüzyıl’la ilgili bir meseleye değinmeden geçmeyeyim. Bir kere, tarihi gerçekleri yansıtmadığı ile ilgili itirazlara katılmadığımı söyleyeyim. Bir dizi, dünyanın her yerinde çekilmiş ve çekilmekte olan dizi ve filmler gibi stilize olabilir. Bu dizi, belgesel niteliği taşımadığı için, birebir tarihi yansıtmak durumunda değil. Yalnız, “görsel gerçekliğe uygunluk” konusunda bir itirazım var. Tamam, konusunun “stilize” olmasında bir sakınca yok ama görsel açıdan izleyiciyi tatmin etmeli. Etmiyor, çünkü makyaj, saç ve kostümler çok yeni duruyor. Görsel yönü bu kadar önemli olan ve tarihin belli bir dönemini çizme gayretinde olan bir yapımda “Saç, makyaj ve kostüm 2011’de yapılmıştır” diye bağırmamalı. Bir yarışma programı açın, herhangi bir diziyi ya da bir haber bültenini, Muhteşem Yüzyıl’da kullanılan makyajın aynısını göreceksiniz. Böyle yapımlar söz konusu olduğunda hep “İstanbul Kanatlarımın Altında”nın ağzımda bıraktığı tat aklıma geliyor. Muhteşem Yüzyıl’dan da aynı inandırıcılığı bekliyoruz...