Ne zamandır yazacağım, hafta sonu güzel adam bombardımanına tutuldum ya, bahanem olsun, şu “yakışıklı adam” meselesine bir odaklanayım diyorum.
Geçen cumartesi günkü epifiz bezi keşiflerimi de iyi kaynattım ha. Yok yok, kaynatmadım, bekleyiniz azıcık daha, onun da sırası gelecek.
Yaşı benimle denk bir arkadaşım çok yakın bir zamanda “Ben daha sevgili seçerken adamların tipine tav olma zamanımı geçirmedim” demişti.
Erkeklerde değil ama kadınlarda böyle bir süreç var.
Erkekleri ilk keşfettiğimiz yaşta başlıyor bu.
Bizim jenerasyon için konuşacak olursam (yani 70 sonu 80 başı doğumlular) küçükken Tom Cruise ve Eduardo Capetillo posterleriyle öpüşerek başlayan bir “Gaşına gözüne yandığımın” durumu.
Adam dünyanın en pis, en yalancı, en ikiyüzlü ve kötü kalplisi olsa fark etmez. Çok fena aşık olman için sadece çok yakışıklı olması yeterli. Yeni uyanan birtakım dürtülerle sonradan “aşk” diye tanımlayacağımız o anlatması zor hissi fena halde karıştırdığımız zamanlar bunlar...
Ben posterle öpüşenlerden değildim ama Karate Kid Ralph Macchio için ülkemi terk etmeye hazırdım. (şimdi fark ettim, bu poster öpmekten daha kötüymüş!)
Kendisine karnım ağrıyacak kadar aşık olduğumu hatırlarım.
Orta 1’deydim ve “Seneye kesin Amerika’da okuycam” diye tutturmuştum. Annem hedefleri büyüttüm sanıyor, bense Bayan Macchio olacağım, onun peşindeyim! Tabii sonra kalp kırıklığım fena oldu; sırasıyla o filmin biraz eski olduğunu, Ralph’çığımın yaşının benden epey büyük olduğunu ve ondan da ötesi, adamın evli olduğunu öğrendim. (Ralph ne yapıyor acaba, bak şimdi merak ettim, neredesin Google...)
Neyse, “Artiz”lere tav olma zamanları hızlı geçti. Bir de arada The Doors filminde Val Kilmer’a feci aşık olmuşluğum var. (Bu arada Jim Morrison ve Pamela Courson’un aşkı diyorum başka da bir şey demiyorum...)
Lise yıllarında Leonardo DiCaprio ve Ricky Martin ortalığı yıkıyordu, bir de lokal sularda Teoman tabii. Bu ztarlar için ciyaklayan arkadaşlarımı “Saçmalamayın be” diye püskürtmeyi görev edinmiştim.
Artiz zamanını atlatmıştım fakat daha erkendi, kaşa-göze tav olma zamanları henüz geçmemişti. Daha sırada bunun gerçek hayata sirayet edecek biçimleri vardı. Üniversitede okulun yakışıklısına göz kırpıştırılacak ve itina ile tavlanacaktı. Zira mevzubahis yakışıklılar, çok yakışıklı oldukları için çok da süper insanlar olmalıydılar.
Olmasa da olurdu, yine adamın karakteri beş para etmese veya anlaşamasanız, çok ayrı telden çalsanız mühim değildi.
Bu “Kafası kafama uysun, birlikte güzel vakit geçirelim, birbirimizi çok sevelim” evresine “Çok yakışıklı ama aptal”, “Çok yakışıklı ama çapkın/snob/uyuz/tuhaf” veya “Çok yakışıklı ama hiç anlaşamadık”larla yeterince deneyim kazanınca giriş yapıyorsun galiba.
Hiç şüphe yok ki bir zaman geliyor, adamın zekası, birlikte iki çift laf edebiliyor olmak ve eğer kimyalar tuttuysa bundan aşırı zevk almak gibi faktörler devreye giriyor. Adamın herhangi bir fiziksel özelliği önce dikkatini çekmiyor ama kaşına gözüne onu tanıdıkça vuruluyorsun.
Erkeklerde olay pek öyle gelişmiyor ama. Eş konusunda sürekli daha genç ve “upgraded” versiyona geçen Donald Trump’ı düşünün mesela. Birkaç yıl sonra Melania’yı da şutlayıp daha genç, daha güzel ve daha biblo bir kadın bulacaktır şüphesiz.
Kadın ise daha başka düşünüyor, “ruh eşi”nin peşinde, adam illa Adonis kadar yakışıklı olmayabilir ama iyi bir aşık olsun, kadına kendini prenses gibi hissettirsin, çok sevsin, mutlu etsin...
Erkekte güzellik arayışı hiç bitmiyor. Kadında bunun kesinlikle bittiği bir dönem var bence.
Bu arada Ralph’i Google’ladım, ibişe dönmüş. İyi ki Amerika’ya gitmemişim.