Paylaş
Şu lafımla da liseli okurları kaybettim ya, hadi hayırlısı. Neyse. Onların da gönlünü alırım artık bir ara.
Efendim, şu hayatta “Seni en çok heyecandan coşturan olay nedir?” derseniz, -bir numaraya koymam ama- kendi kendimi “Bundan böyle haftada 4 gün düzenli bir şekilde spor yapacağım” diye kandırmaktır derim.
Ha, bir numara nedir derseniz aşık olmak derim elbette.
Döneyim konumuza; artık saymadım kaç sene oldu- ocak itibariyle “evet her gün fitnıs yapacağım ve vücudum öyle güzel olacak ki, yeni doğum yapan Çağla Şıkel bile Emre Altuğ’un omzuna yaslanarak ‘Neden benim Melike gibi vücudum yok’ diye ağlayacak” diye sevinirim.
Haaaah, yalan tabii. Bu hiçbir zaman olmadı. Ağlayan kişi benim canım.
Hamile olmadığım halde hamile göbeğime bakarak ağlayan benim canım.
Hâlâ ağlıyorum.
O Çağla şıkel’in niçin göbeği yok arkadaş. Elele’nin kapak fotoğrafını gördünüz mü; öyle taş gibi anne mi olurmuş. Boğarım ben onu. Karnımı içeri çekmekten yoruldum. Çağla şıkel’i kınıyorum. Gezmesin ortalıkta.
Neyse efendim, anladınız işte, bu aralar canım çok sıkkın. Çünkü artık birtakım gerçeklerin farkına varmış bulunuyorum. Yaklaşık 6 yıldır -bakın ay değil, gün değil, YIL diyorum- bir spor salonuna üye olup, varımı yoğumu onlara verip gitmeyeceğimi idrak etmiş bulunuyorum.
İşten sonra eve dönüp “The Girls of the Playboy Mansion” izlemek daha cazip geliyor.
Aptal aptal yatakta oturup, televizyona bakarken çaya bisküvi banmak daha cazip geliyor.
O yüzden artık hiçbir kulübe yazılmıyorum enayi gibi.
Buna rağmen her gece oturup, çayıma bisküvi banarken “Yarın spora yazılacağım, her gün fitnıs yapacağım ve süper bir insan olacağım” demekten vazgeçmiyorum.
Öyle utanmaz, arlanmaz bir yalancıyım ki. Bir insan sürekli kendi söylediği yalana inanabilir mi?
İnanıyor arkadaş! ınanıyor da; artık bu sene dedim ki, bak Melike, yaş 30’a geliyor, haydi bir şeyler yap. Kasların can vermekte.
Biliyor musunuz, bence spor salonuna yazılmak, 25-40 yaş arası, bilhassa da ofis insanlarından alınan bir çeşit duygusal vergi.
Her sene, her ay veriyorsun paraları, “yarın mutlaka başlayacağım” duygusunu satın alıyorsun. Rahatlama hissi de cabası. Sonra bir bakıyorsun ki “spora gideceğim” dediğin günden 10 kilo fazlasın.
Oldu mu şimdi a be canım.
Ayrıca ben sürekli “spora gidemediğim için” suçluluk hissetmekten sıkıldım. Madem spor yapmak için bir kulübe gidemiyoruz, kulüp bize gelsin değil mi? Hemen cevap vereyim: Evet. Bu işlere bir alternatif aramalı.
Benim bir numaralı alternatifim, öyle kulüp-mulüp değil. Sokağa çıkıp bildiğin, yürüyeceksin, koşacaksın arkadaş!
Yağmur-kar çamur demeden bunu yapabiliyorsanız size on puan veriyorum. Muhtemelen kıskanacağım sertlikte kaslarınız vardır. Koşmaya, kasları sertleştirmeye devam diyorum.
Peki diğer seçenekler neler?
Oturma artık, kalk!
Amerika’da spor eğitmenleri arasında yapılan bir araştırmaya göre 2010 fitness trendleri “etkili ve ucuz” kavramları etrafında öbekleniyor. Hâl böyle iken bir yıl boyunca bir spor merkezine cüzdanı teslim edip sadece saunasıyla haşır neşir oluyorsanız, size müsaadenizle “müsrif” demek istiyorum.
2010’un fitness trendlerine geri dönecek olursak, en büyük mesele zamanı iyi kullanabilmek. Çalışan kimse artık gününü 3 saatini spor salonuna ayırmak istemiyor. (Bkz: Melike Karakartal)
Bir diğer popüler seçenek de oyun meselesi. 2008 Nisan’ında Türkiye pazarına giren Nintendo Wii-Fit şimdilik bizim sularda bu kalenin tek nöbetçisi. Olayımız basit, en üşengeç bünyeler düşünülerek tasarlanmış herhalde; step tahtası gibi bir platformun üzerinde size sanal hoca eşliğinde fitness yaptırıyor. Spor salonundaki fitness’ın yerini tutar mı bilmem ama benim gibi kış uykusuna yatmışçasına hareketsiz yaşayan bünyeleri hareketlendiriyor, o da bir fayda.
Öteyandan “oyunlu fitness” meselesi Amerika ve Avrupa’da da yükselişteymiş. Yani spor salonları yavaş yavaş “çaktırmadan kalori yaktırma” tarafına
meylediyor.
Ha, bir de geçen cumartesi bahsettiğim “augmented reality” hadisesini olaya katan, kalori hesaplayan, sizi gün içinde sürekli cep telefonuyla dürtüp duran zayıflama programları. Bilmiyorum hiç denediniz mi ama bu ultra teknolojik mesele bana son derece sentetik geliyor.
Ben, bildiğin, pervasızca, labada lubada koşup kendini yorma taraftarıyım. Hiç öyle yogayla, sessiz sakin gerilmelerle filan uğraşamayacağım. Yorun beni arkadaş. Kilo veriyor muyum bilmiyorum ama kalori “yaktığımı” ancak o zaman hissedebiliyorum...
YORUMSUZ
Hüsnü Şenlendirici, klarneti için: “Onun verdiği şeylerin hiçbirini kadınlar veremedi.”
YORUMLU
Nihat Doğan: “Ben adamlığın peşindeyim, küpe takmam...”
Nihat’cığım yumurtadan taze çıkmış Kalimero gibi olmuşsun ama?? ınan bana küpe taksan fark etmezdik...
Paylaş