Paylaş
Fakat mesele “İstanbul’da bu turnuvayı düzenlemekle” veya Federer’i getirmekle bitiyor mu? Hayır.
Koza World of Sports Arena’nın inşaatı henüz tamamlanmış. Etraf şantiye vaziyetinde.
Gitmek-gelmek büyük dert. Toplu taşıma imkanı yok.
Ya aracınızla gideceksiniz ya da metrobüsle Avcılar’a ulaşacak, sonra ya minibüse ya da taksiye bineceksiniz. Gece vakti dönüş, kabus.
Ana kortun izleyici kapasitesi 8 bin.
Eğer söz konusu büyük bir organizasyonsa, sadece turnuvaları değil, çevre düzenlemesini, insan trafiğini, izleyicilerin alana nasıl varacaklarını, toplu taşıma imkanlarını, otomobiliyle gelecek olanların nasıl bir yol izleyeceğini, vardıklarında ne yapacaklarını da düzenlemek gerekli.
Ancak tüm bunları yapınca işin adı “organizasyon” oluyor.
Fakat biz bu sene “İstanbul’da bir ATP turnuvası yapıldığına şükredelim” durumundayız.
İstanbul Open’ın yapıldığı yer Esenyurt’ta. Trafiksiz bir günde, Avrupa yakasından gelenlerin bir, Anadolu yakasından gelenlerin bir buçuk saatlik otomobil yolculuğuyla ulaşabilecekleri bir yerde.
“Bahçeşehir’de oturanlar şanslı, çünkü yakınlar” diyemeyeceğim, zira en yakın dediğiniz yer bile yürüme mesafesi değil. Çevrede oturanlar da otomobilleriyle gelmek zorundalar.
Peki otomobilleriyle gelenler ne yapmak zorunda kalıyor? Tek şansınız mecburi vale hizmeti olan bir otopark.
Ha bu arada, otopark derken, gözünüzün önüne dev beton bir alan gelmesin.
İnşaat artığı ve molozla dolu, otomobilin gidemeyeceği kadar engebeli toprak bir arsadan bahsediyorum.
Ağır inşaat araçlarının ezdiği, yer yer mıcır atılmış, atıl bir araziyi otopark yapmışlar.
Bu alanı gören hiçbir araç sahibi aracını buraya bırakmaz. Zaten müşteri görmesin diye mecburi vale hizmeti var, otoparkın girişi olan yerden sonrasını göremiyorsunuz, burada anahtarı vermeye mecbursunuz.
Az miktarda araç yol kenarlarına park etme imkanı bulmuş.
Etraftaki tüm sokak ve caddeler şantiye yolu vaziyetinde, buralara araç bırakmak hem kanuna aykırı hem de tehlikeli, zaten bırakılabilecek az miktarda boşluk çoktan dolmuş.
Otoparka yalvar yakar girebiliyorsunuz, öğle saatlerinden itibaren “yer yok” diyorlar ama var.
(Yer olduğunu, sadece 10 dakika sonra otomobilde unuttuklarımızı almak için geri döndüğümüzde gördük.)
Kapıdaki otopark görevlisi, herkesin ona mecbur olduğunu bildiği için krallığını ilan etmiş.
Otopark kapısında aracımızdan acele inmemiz için epey azar işittik ancak öyle bir yer ki burası, durup “Ne bağırıyorsun be adam!?” diyecek haliniz yok.
Ya çekip gidecek, turnuvayı ve Federer’i dünya gözüyle izleme imkanını unutacaksınız ya da otopark görevlisi sizi avaz avaz azarladığı zaman duymazlıktan geleceksiniz.
Aracınızı mecburen verdiniz, anahtarın üzerine plakanızı yazıyor, tahta bir çerçeveye asıyorlar.
Federer maçı sonrası yüzlerce araç sahibi buraya geldiğinde yaşanan kaosu düşünün.
Maç biter bitmez koştuğumuz için otoparkta anahtarını, aracını bulabilen ve oradan çıkabilen az sayıdaki şanslılardan olduk, iki dakika sonra yüzlerce kişi otoparka akın etti.
Herkes anahtarların olduğu yere yığılmış, çözümsüz bir karmaşa hali... Kavga, gürültü...
Bir organizasyonda iptidailiğin gelebileceği herhalde son nokta bu.
Manzarayı tarif etmek, gerçekten çok zor, orada olmanızı ve görmenizi çok isterdim.
Yakın çevrede oturan bir anne ve küçük oğlu, onları birkaç kilometre ötedeki AVM’ye bırakmamızı rica etti, anahtarlarını ve araçlarını bulamamışlar.
Tanımadıkları birinin arabasına binmeyi göze aldılar, zira başka çareniz yok o karmaşada. “Yarın gelip bakarız arabaya” diyorlardı çaresizce.
İstanbul Open, insan trafiğini organize etme konusunda bile bile ladesle başladı. Hazırlıksız, plansız...
Böyle büyük organizasyonları insan trafiğini, otomobil trafiğini, çevre koşullarını hesaplamayarak yapamazsınız.
Ulaşımı düzenlemek, yığılma ve izdihamı engellemek zorundasınız.
Her işimizde yumurta-kapı sistemi, yokuş aşağı freni patlamış kamyon usulü işler ya, İstanbul Open da böyle başladı.
Seneye düzeleceğini umalım.
Paylaş